5 Ocak 2008 Cumartesi

XVI. YÜZYIL OSMANLI SAHASI TÜRK EDEBİYATI

XVI. ASIR OSMANLI SAHASI TÜRK EDEBİYATI

A) Divan Edebiyatı

Divan şiiri, XV. yüzyılda devletin bütün alanlarda yükselişin bir sonucu olarak sağlam temeller atmış ve XVI. asırda atılan bu temeller sayesinde en üst seviyesine ulaşmıştır. Şiirin iç ahengi, süslenişi, ses güzelliği, nazım tekniği, sanatları, mazmunları, mecazları, mecazları gibi bütün unsurları bakımından genel olarak bütün asırlardan üstündür. Bu asrın şiir yapısı öylesine üzerine itina ile durulur bir dereceye getirilmiş ki divan şairleri şiirlerindeki her kelimeyi söz ipliğine dizilen incirler gibi kabul etmeye ve o kadar önem vermeye başlamışladır.
Bu asrın sanat özellikleri kendini şiirle birlikte saraylardaki süslemelere, resim sanatı eserlerine, minyatürlere, kabartmalara, kitap başlıklarının tezhiplerine, sahife kenarlarına, kitap ciltlerinin şemselerine, camileri süsleyen çinilere, vazolara varıncaya kadar göz alıcı bir güzellik göstermektedir. İşte bu nedenle Nihat Sâmi Banarlı “XVI. asır Divan şiiri, asrın bütün plastik ve süsleme sanatlarındaki ince işleyiş zevkini kendi mısralarına aksettiren şiirdir” der (BANARLI, 1998, C. 1, s. 563).
XVI. yüzyılda Türk edebiyatına edebi eserler kazandırmış değerli çalışmalarıyla kendilerinden daha büyük şairlerin yetişmesinde tesiri olmuş bu büyük şairler ve alimler grubuna katılarak Türk edebiyatına gücü yettiği kadar hizmet etmiş şairlerin sayısı çoktur. Bu asırda ülkedeki umumi gelişmenin doğal sonucu olarak bahsettiğimiz ilim, kültür ve edebiyatta devletin büyümesiyle orantılı olarak büyük bir gelişme göstermiştir.
Şiir ve edebiyatın bu kadar gelişmesinde padişahlarla birlikte devletin ileri gelenlerinin edebiyata ve şiire önem vermeleri, şairleri ve sanatkarları koruyup değerli hediyelerle ödüllendirmeleri olmuştur. Bu şekilde devlet büyüklerinin çevrelerinde bir edebi çevre olmuştur. İstanbul’da saray çevresi, sadrazam, şeyhülislam, kazasker, vezir, nişancı, defterdar gibi devlet büyüklerinin konakları İstanbul dışında şehzade sarayları, paşaların ve beylerin konakları, şairlerin ve sanatkarların toplandıkları, korundukları yerler olmuştur (TDEK, 1992, C.III, s. 132).
XVI. asırda birkaçı dışında Osmanlı padişahları, şiir ve edebiyatla ilgilenmişler ve Sultan II. Murad’dan başlayarak çoğu da şiir söylemiştir. Fatih Sultan Mehmet (Avnî), Sultan II. Bayezid (Adlî), Yavuz Sultan Selim (Selimî), Kanûnî Sultan Süleyman (Muhibbî), Sultan II, Selim (Selimî), Sultan III. Murat (Muradî) mahlaslarını kullanmışlardır. Şehzadelerden Sultan Cem, Sultan Korkut (Harîmî), Sultan Mustafa (Muhlisî), Sultan Mehmet, Sultan Bayezid oldukça tanınmış şairlerdir. Bazılarının müretteb divanları vardır (BTK., C.3, 196).
Yüzyılın başında Ahdî mahlasıyla şiir söyleyen Sultan II. Bayezid divan tertip etmiş şairlerdendir. Sultan Bayezid yakınında olanlara şairlere, sanatkarlara ve fakirlere karşı cömert bir padişah olarak tanınmıştır. Çevresinde pek çok şair barındırmıştır. Kendine sunulan her kasideyi okur, değerlendirir ve bol bahşişle ödüllendirirdi. Devrinde otuzdan çok şaire “salyâne” denilen yıllık maaş verilirdi.
Yavuz Sultan Selim ise şiirlerini Farsça yazmıştır. Bir divan tertipleyecek kadar çok şiiri vardır. Yavuz Sultan Selim çıktığı seferlerde şairlerin çoğunu yanında götürür ve sefer tarihini nazm etmelerini isterdi. Bundan dolayı onun adına birçok Selimnâme yazılmıştır. Selimnâmeler, Yavuz Sultan Selim’in saltanatını konu edinip onun dönemindeki belli başlı onayları anlatan manzum veya mensur eserlerin adıdır. Bu eserler daha sonra ortaya çıkan Süleymannâmeler’le birlikte devletin en güçlü dönemlerini dile getirdikleri için baştan sona zafer ve başarıların anlatımıyla doludur. Bundan dolayı halkın milli şuurunu okşayıp askeri savaşa teşvik etmişlerdir.
Sultan Selim’in kısa saltanatından sonra Osmanlı tahtına çıkan Kanûnî Sultan Süleyman’ın saltanat süresinde Osmanlı İmparatorluğu ilim, kültür ve edebiyatında yüksek noktalara çıktığı devir olmuştur. Şiirle uğraşan Osmanlı sultanları içinde en çok şiir söyleyen Muhibbî olmuştur. Divanındaki 2802 gazel, 23 muhammes ve tahmis, 30 murabba ile edebiyatımızda Edirneli Nizamî’den sonra en çok gazeli olan şair olmuştur.
Uzun saltanatı boyunca Kanûnî Sultan Süleyman yüzlerce şairi koruması altına almıştır. Ayrıca padişahın çevresindeki bu şairler ona Süleymannâmeler yazmışlardır. Bilindiği gibi bunun aslı Selimnâmelere dayanmaktadır.
Sultan II. Selim babası öldüğünde büyük bir imparatorluğun başına geçmiştir. Sakin yaratılışlı, savaşı sevmeyen, şiir sohbetlerine ve eğlenceye daha düşkün olan bir padişahtı. Devletin idaresini Sokullu Mehmet Paşa’ya bırakmış okumakla, ibadetle, avcılıkla ve eğlenceyle vaktini geçirmiştir. Divan tertib edecek kadar şiir yazamamıştır. Ama yine de ödüllendirmeyi ihmal etmemiştir. Şemsî Ahmet Paşa ve Bâkî, onun da takdirini kazanmıştır.
Sultan II.Selim’den sonra tahta geçen III. Murad ise şair ve dine bağlı bir padişahtı. Üç dilde divan tertib edecek kadar çok şiir söylemiştir. Türkçe olarak 1400 gazel yazmıştır. Saltanatı boyunca şair ve sanatkarlarla da fazla ilgilenmemiştir. Devrinin ünlü sanatçıları dedesi ve babası dönemindeki meşhur şairlerdir (TDEK, 1992, C.3, ss.134-135).
Osmanlı sarayında şairlerin korunması bir gelenek halini almıştı. Yalnız padişah değil şehzadeler, sadrazamlar, vezirler ve diğer ileri gelenleri de şairleri koruyorlar içlerinden bir kısmı özellikle divan şiiri için gerekli bilgilere sahip yüksek öğrenim görmüş kişiler şiir yazmakla da uğraşıyorlardı. Yüzyılın sanat ve kültür merkezi İstanbul idi. Ancak Bağdat, Konya, Bursa, Edirne, Vardar Yenicesi gibi birçok önemli kültür ve sanat merkezi daha vardı (CENGİZ, 1972, s.276).
XVI. yüzyılda ilmin, sanatın, şiirin ve edebiyatın gelişmesini hazırlayan böyle uygun bir zeminde büyük ilim adamları, tarihçiler, şairler ve nesir ustaları yetişmiştir. Osmanlı Devleti’nin büyüklüğüne layık bir Osmanlı-Türk kültür ve edebiyatı meydana getirilmiştir.
XVI. yüzyılda yetişen ilim adamlarının başında Ali Cemal Efendi bulunmaktadır. Devrinde tefsir, hadis ve fıkıhta derin bilgisiyle tanınmıştır. Yine de bu devirde bütün İslam aleminde tanınmış Kemalpaşa-zâde Şemseddin Ahmet de önemli bir ilim adamıdır. Bunlarla birlikte biyografi ve bibliyografi alanında üstad olan Taşköprülü-zâde İsameddin Ahmet ve Gelibolulu Mustafa Sürûri dönemin tanınmış bilginlerindendir (TDEK, 1992, C.3, ss.135-137).
Tarih alanında da bu asırda bir hayli gelişmeler olmuştur. Özel tarihler, manzum Süleymannâme, Selimnâme ve gazavatnâmeler yazılmıştır. Bu yüzyılda Kemalpaşa-zade Şemseddin 228 yıllık (1299-1527) Osmanlı tarihini Tevârih-i Âlî Osman adlı eserinde toplamıştır. Lütfi Paşa da Lütfi Paşa Tarihi diye bilinen bir eser yazmıştır. Bu asrın bir başka önemli tarihçisi Selanikîi Mustafa Efendi’dir. Bu devrin en büyük tarihçisi ise kuşkusuz Gelibolulu Mustafa Ali’dir. En önemli eseri Künhü’l-Ahbar’dır (BTK, 1986, C.3, ss.199-200).
XVI. yüzyıl biyografi alanında da çok değerli eserlerin yazıldığı bir devirdir. Bu asrın şuarâ tezkirecileri Sehi Bey, Latâfî, Aşık Çelebi, Ahdî ve Beyânî’dir. Şairlerin hayatlarından söz edip eserlerinden örnekler veren şuarâ tezkireleri geleneği Anadolu Türk Edebiyatı’nda ilk kez bu yüzyılda görülür. Bu tezkerelerde şairlerin doğum yeri, adı, lakabı, öğrenim durumu, meslek veya makamı, başlıca hocaları, hayatlarındaki en önemli değişiklikler, ölüm tarihleri, bazen, şiirle ilgili hikaye, edebi durumuyla ilgili değerlendirmeler, eserleri ve bunlardan örnekler yer alır.
Edebiyatımızın şuarâ tezkireleri gibi önemli eserlerinden olan nazire mecmuaları, şairlerin birbirine söyledikleri şiirleri toplayan kitaplardır. Bu yüzyılın ile mecmuası Eğridirli Hoca Kemal tarafından 1512 yılında düzenlenen Câmi’ün-Nezâir adlı büyük kitaptır.
XVI. yüzyılın kaside, gazel ve mesnevi de parlak bir devirdir. Türk şiiri bu duruma gelinceye kadar üç asırlık bir deneme, uygulama ve gelişme süresinden geçmiştir (TDEK, 1992, C.3, ss.139-142).
XVI. yüzyılda Osmanlı Türkçesi de klasik biçimini almış Eski Anadolu Türkçesi özelliklerinden sıyrılarak birçok Türkçe kelime yerine Arapça ve Farsça’dan deyimler, kelimeler ve uzun tamlamalar yerine göre kullanılmaya başlanmış Türkçe yeni bir şekle bürünmüştü. Bu asrın dili öncekilerden oldukça farklı daha süslü ve ağdalı bir dildir. Dili aruza uydurabilmek için birçok Arapça ve Farsça kelime alınmış ve Osmanlıca adı verilen zor anlaşılır bir dil oluşturulmuştu. Divan şiiri kelimelerdeki bu değişmenin yanı sıra giderek simgeci, kavramsal bir şiir özelliği kazandı. Bu dönemde ağırlaşan dili yabancı kelimelerden kurtararak sadeleştirmek için bazı teşebbüslerde de bulunulmuştur. Güvâhi, Tatavnalı Mahremî, Edirneli Nazmî, Terzi-zâde Ulvî gibi şairler bunlardan bazılarıdır.
XVI. yüzyılda kaside, gazel ve mesnevi dalında büyük şairler yetişmiştir. Asrın başında zati ve ortalarında Hayâlî Bey daha sonra da Bâkî bu türde eserler vermişlerdir.
Yine bu asırda mesnevi türünde de pek çok eser yazılmıştır. Bazı gazel ve kaside şairleri aynı zamanda mesnevi de yazmışlardır. Bu devirde daha çok didaktik ve ahlaki konu yerine tasavvufi ve tarihi konular işlenmiştir. Anadolu’da ilk Hamse’yi Bihişt Sinan Çelebi yazmayı başarmıştır.
Bu döneme ilişkin önemli bir bölümde şehrengizlerdir. Bilindiği gibi şehrengiz Türk edebiyatına has türlerden biri olup ilk kez bu yüzyılda edebiyatımızda görülür. Bir şehrin güzelliklerinden bahseden bu tür, ilk örneklerini bu yüzyılda vermiştir. XVIII. yüzyıldan sonra gündemden çekilmiştir. Ali (Gelibolu), Azîzî (İstanbul), Âşık Çelebi (Bursa), Beyânî (Sinop) bazı şehrengiz yazarlarımızdır.
Sonuç olarak baktığımızda XVI. yüzyıl hem nazım hem de nesir alanında ortaya koyduğu yüzlerce edebi ürünle kültürel alanda da zirvenin yaşandığı bir dönemdir. Sanat yönünden de Türk müellifler İran edebiyatı ve İranlı ustaların gölgesi olmaktan kendilerini kurtarmışlar ve Osmanlı Devleti’ne üstün bir devir özelliği katmışlardır (TDEK, 1992, C.3, ss.142-152).

B) Halk Edebiyatı
XVI. asır Divan Edebiyatı’nın zirveye çıktığı bir dönem olduğu gibi Türk Halk Edebiyatı’nın da önemli şahsiyetlerinin ve eserlerinin tanınmaya başlandığı dönemdir. Halk edebiyatının temelinin atıldığı bir dönemdir. Aydın kesime değil halka halkın ruhundan doğan, halkın ruhunda yaşayan değerlere hitab eden bir edebiyattır. Halk edebiyatı ürünleri başlangıçtan beri olmasına karşın Osmanlı’da sanatın ince zevklerine değer verilmesi nedeniyle varlığı ancak XVI. asırdan sonra ortaya çıkabilmiştir.
Halk şairleri sazlarıyla köy köy dolaşarak şiirler söyler, halkın çektiği acıları ve ızdırapları dile getirir, gördükleri yanlışlıkları ve haksızlıkları ince bir zekâyla şiire dökerlerdi. Her gittikleri yerde bir güzele âşık olup onun için samimi aşk şiirleri yazarlardı. Ayrıca halkın kahramanlık duygularına hitab eden şiirlerde söyleyip insanları coştururdular. Türk yurdunun güzelliklerini anlatan sade ve güzel türküler, destanlar, koşmalar yazıp Türk âleminden büyük bir sevgi ve itibar görürdüler.
Milli kahramanlık destanları, hikayeleri anlatan yahut çok ince ve zeki buluşlar ve görüşlerle günün içtimai hayatının bozuk taraflarını, gülünç sahnelerini karikatürize eden halk hikayecileri bu asırda daha çok şöhret kazandılar. Hikayecilerin yaptığı işi gölge oyunu (Karagöz Tiyatrosu) halinde canlandıran halk tiyatrocuları yine bu asırda Osmanlı ülkesinin her tarafında Türk halkının tiyatro ihtiyacını tatmine çalıştılar. Bu yüzyıla ait bol tarihi kaynak olması halk şairleri, hikayecileri ve tiyatrocularıyla ilgili kolay bilgi edinmemizi sağlamıştır. Fakat bu asrın yüksek zümre şairleri halk şairlerine hiç değer vermemişler ve onları tezkirelerinde anlatmamışlardır. Ancak halk şairleri bu dönemdeki varlıklarını eserlerini günümüze ulaştırarak göstermeyi başarmışlardır (GÖNENSAY, 1943, s.181).
Halk hikâyeciliğinin ve halk şiirinin oluştuğu alanlar arasında kışlalar, hudut kaleleri, tekkeler, bozahaneler, kahveler, panayırlar, mesireler, meyve bahçeleri, üzüm bağları, mısır, tarlaları, düğün yerleri gibi halkın toplanıp eğlenebileceği pek çok yer vardır. Buralarda Türk Halk Edebiyatı’nın kuvvetli eserleri meydana geliyordu. Devrin umûmi kültür hayatı halk üzerinde de tesir uyandırmakta gecikmiyordu. Halk kültürü gittikçe zenginleşen verimli bir şekle dönüşüyordu (BANARLIK, 1998, C.1, s.624).
Türk Halk Edebiyatı halk kültürüne dayalı atalardan torunlarına aktarılan duygularla düşüncelerden örtülü söz hazinelerimizdir. Behçet Kemal Çağlar halk edebiyatı için; “Halk edebiyatı, divan edebiyatı, Tanzimat edebiyatı gibi hatta ondan çok Türk edebiyatının esaslı bir zümresi,, baş zümresidir. Bizdeki bütün edebiyat mahsulleri bugünkü cihan sanat telakkilerinin mihengine vurulunca asıl öz ve edebiyat sayılabilecek olanın halk edebiyatı olduğu görülür” demiştir (KARAALİOĞLU, 1998, s.224).
Halk edebiyatında XVI. asırda ve diğer asırlarda kullanılan türleri şu şekilde sıralayabiliriz. Hece ölçüsüne dayalı olan ninni, mani, koşma, varsağı, semâi, destan, türkü, güzelleme, koçaklama, taşlama, ağıt, muamma, nasihat, hikaye ve destan aruz ölçüsüne dayalı olan dîvân, selis, semâi, kalenderi, satranç, vezn-i âher ile nesir türünde de masal, atasözü, bilmece, fıkra, halk hikayeleri, halk tiyatrosu gibi türleri sayabiliriz (GÜZEL, 1999, s.10-11).

C) Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı
Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı XVI. yüzyılda Yunus Emre’den beri onun yolunda bir şair yetiştirmemekle beraber (Akşemseddin misalinde olduğu gibi) aynı yolda eserler vermeye devam ediyordu. Tekkelerde ve tekke mensupları arasında bestelenerek okunmak için yine ilahiler söyleniyordu. Mutasavvıf halk şairleri bu ilahileri yine Yunus Emre tarzında ve onun yolunda söylüyorlardı. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri içinde medreseden yetişenler ve divan tarzı şiirler söyleyenlere de eksik değildi. Bunlar şiirlerini umumiyetle aruz vezniyle ve gazel tarzıyla yazıyorlardı.
Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı’nın bu çeşit şiirlerinde Mevlâna ve Yunus tesiri mevcuttu. Fakat Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı’nın en bol ve güzel şiirleri yine bu dervişler arasında Yunus tarzının bir devamı halinde idi. Halk söyleyişinin ve hece ile ilahi tarzının bu kuvvetli terennümleri ardı arkası kesilmeyen bir takım ses ve heyecan dalgaları halinde memleketin her tarafına yayılıyordu. Bu asrın tasavvuf şairleri arasında Gülşenî tarikatının kurucusu Şeyh İbrahim Gülşenî’nin; Melâmiyye-i Bayramiyye tarikatına mensup Ahmed-i Sabran ve Halvetiyye tarikatı mensuplarından Vâhip Ümmî, Ümmî Sinan’ın müstesna mevkileri vardır. Bu isimlere Şeyh Aziz Mahmud Hudâi’nin üstadı ve Hacı Bayram Velî’nin müritlerinden, Bursalı Muhyiddin Üftâde, Seyyid Seyfullah Halvetî’yi, İdris Muhtefî’yi katmak yerinde olur.
İbrahim Gülşenî, Halvetîliğin bir kolu halinde gelişen Gülşenî tarikatının kurucusudur. Hem divan tarzında hem de Yunus tarzı şiirleriyle tanınmış bir sofi şairidir.
Bu asırda Bektâşî şairlerinden; Şah İsmâil Hatayî, Pir Sultan Abdal, Kalender Abdal, Muhiddin Abdal, Yetim Ali Çelebi, Askerî vb. sayabiliriz (GÜZEL, TORUN, 2003, ss. 287-288).
Müslümanlığın Orta Asya’da Türkler arasında yayılmaya çalışılması sırasında onlara şiirle hitap edilmiştir. Bu şiirlere tekke şiiri denir. Yani Tekke şiiri fikri kaynağı tasavvuftan almaktadır. Dil açısından da Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı’nda XVI. asra kadar ve bu asırdan sonra Türk Milli lisanı kullanılmış, halk vezniyle yazılmış ve geniş kitlelere hitab edilmiştir. Bunlar Ahmet Yesevî ve Yunus Emre gibi büyük mutasavvıf şairler sayesinde mümkün olmuştur. Bir silsile olarak örneğin saraydaki padişahtan dağdaki çobana varıncaya kadar her zümreye hitab ettiği için büyük bir kitle toplamıştır (GÜZEL, 1999, ss.30-40).
Ahmet Yesevî ile temelleri atılıp Yunus Emre ile gelişen Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı XVI. asırda da bu geleneğin devamı şeklinde ilerlemiştir. Bu dönemde kullanılan nazım şekilleri Aşık ve Divan Edebiyatı ile ortaktır. Ancak türler konusunda farklılık vardır. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı’nda ilâhi, münâcat, tevhid, na’t, mirâciye, mevlid, hilye, ramazaniye, mehdiye, hikmet, nutuk, devriye, şathiye gibi daha ismini sayamadığımız birçok tür kullanılmıştır. Dili her kesime hitab edebilme özelliğinden dolayı ne çok duru ne de Divan şiiri kadar ağdalıdır. Okuyan her insanın anlayabileceği bir dile sahiptir (GÜZEL, 1999, ss.43-47).

Ç) Âşık Edebiyatı
Âşık Edebiyatı yada diğer adıyla Anonim Halk Edebiyatı, halk arasında söylenip dilden dile dolaşan ve söyleyeni çoğu zaman belli olmayan, sözlü, ortaklaşa, birçoğu bestesiz, dili sade ve herhangi bir edebi tesir altında kalmayan, hece ölçüsüyle yazılan eserlerin oluşturduğu bir edebiyat koludur. Atasözü, deyim, bilmece, orta oyunu, mani, halk hikayesi, destan gibi birçok türü vardır.
Anonim Halk Edebiyatı, folklora dayalı folklor kaynaklarından doğan bir türdür. İsimsiz yani Anonim Edebiyat dilin kendiliğinden doğurduğu ürünlerin yarattığı edebiyattır (KARAALİOĞLU, 1980, s.237).
Sözlü yeteneklerle, cönk adı verilen defterlerle, âşıkların hafızaları ile bazı tarihi kaynaklarla ve divanlarla az çok bilgi edinebildiğimiz saz şiirinin ilk devreleri hakkında tam bilgimiz yoktur. Divan edebiyatı mensuplarının bu şiiri oluşturan şairlere düşmanlık beslemesi, tezkirelerinde onların biyografilerine ve eserlerine yer vermeleri yüzünden XVI. asırdan Karacaoğlan, Kerem Dede, Kul Mehmet, Öksüz Ali, Hayâli, Bahşî, Armutlu, Çarpanlı, Kul, Çulha ve Köroğlu gibi bazılarını 3–5 şiirle tanımak zorundayız. Birçoğu asker ocağından yetişme bu âşıkların teknik itibarıyla zayıf oldukları görülür. Adeta bir hazırlık devri karakteri gösteren bu asırdan sonra Âşık Edebiyatı’nın altın devrine ulaştığını görüyoruz (ELÇİN, 2000, s.10).
Âşık şiiriyle ilgili en kapsamlı çalışmaları yapan ve saz şairlerimiz için söylenebilecek sözlerin en güzellerini ortaya koyan Fuat Köprülü’dür. O, Türklerin İslam dinini kabul etmelerinden önceki devirlerde dini inanışlarını yerine getirirken yaptıkları merasimlerde halk şairlerinin de bulunduğunu kaydedip bu şairlerin cemiyette önemli bir yeri olduğunu belirtmektedir. İslamiyet’in kabulünden sonra ise bugün metinleri elimizde bulunmamakla beraber bu geleneğin aynen devam ettiğini biliyoruz (Türk Dili; Halk Şiiri, 1989, s.106).
XVI. yüzyılda Osmanlı’nın gelişmesine paralel olarak Âşık Edebiyatı’nın inkişaf ettiğini söyleyebiliriz. Askerlerin içinde âşıkların sayısı çoğalmıştır. Şehir ve kasabalarda, değişik sosyal tabakalara mahsus ayrı ayrı kahvehaneler, bozahaneler, meyhaneler gibi umumi toplantı yerleri vardı. Onlar belli mevsimlerde buralarda toplanıp âşık fasılları yaparlardı. Bunlar dışında sazlarını alıp seyahate çıkar ve köy köy dolaşıp şiirler söylerlerdi (GÜZEL-TORUN, 2003, ss.226-237).
XVI. yüzyılın başlıca âşıkları arasında Armutlu, Bahşî, Çırpanlı, Gedâ Muslî, Hayâlî, Karacoğlan, Köroğlu, Kul Çulha, Kul Mehmet, Kul Pîri, Oğuz Ali, Ozan, Öksüz Dede gibi şairleri sayabiliriz.

D) XVI. Asırda Nesir
XVI. yüzyılda nazım gibi nesirde gelişmiştir. Çeşitli konularda pek çok eser kaleme alınmıştır. Bunlardan bazıları ağır, ağdalı bir anlatımla, bazıları sade bir dille yazılmıştır. Sanat yapmak amacıyla genellikle süslü bir divan nesri egemendir. Bu nesirde Arap, Fars, dillerinden alınmış kelime ve dil kuralları, söz sanatları, secîler, zincirleme olarak “ve” bağlacıyla bağlanmış uzun cümleler görülür (SOYSAL, 2002, s.448).
Bu yüzyılda sade dille yazılmış mensur eserler arasında tarihler bir hayli tutar. Divan Edebiyatı devrinde tarih kitaplarının, tarih kitapları odluları ölçüde birer edebi eser sayıldıkları malumdur. Böyle, hem tarih hem edebi nesir vasıflı kitaplar yazmak yolunda XV. asırda başlayan hummalı faaliyet XVI. asırda hızlanmıştır. Bu asırda daha büyük tarihçiler yetişmiş ve bugün hala Türk-Osmanlı tarih araştırmacılarına ciddi kaynak teşkil eden tarihler yazılmıştır. Bu devirde tarih anlayışı tarihi vakalar mevzuunda, güzel, bilgili, biraz da hikmetli ve fikirli nesirler yazmak yolunda gelişmiştir. Üslupta edebi sanatlara; mevcuda hayal, hatta masal unsurlarına çokça yer verilmesi bu dönemin bir özelliğidir (BANARLI, 1998, C.1, ss.604-605).
Tarih alanında XV. yüzyıldaki sıkı çalışma, XVI. yüzyılda padişahların teşvikiyle gelişmiştir. Her ne kadar bu eserlerin çoğu belgeye dayanma, objektif olma, olaylara saygılı olma niteliklerinden yoksunsa da bugün için kaynak kitap özelliğidir (SOYSAL, 2002, s.448).
Bu yüzyılın en önemli tarihçileri arasında önce İbni Kemal (Kemal Paşaoğlu) gibi, Celalzâde (Celaloğlu) gibi ve XVI. asır tarihçiliğini daha yetkili bir şekilde temsil eden Lütfi Paşa, Selâniki Mustafa Efendi, Hoca Sadedin ve Ali Efendi gibi şahsiyetler vardır (BANARLI, 1998, C.1, s.606).
Kemal Paşa-zâde (1468-1534) : Türkçe, Arapça ve Farsça çok sayıda ve çok çeşitli mevzulardaki eserleriyle asrın belli başlı alimleri arasında bulunan Kemal Paşa-zâde umumiyetle İbni Kemal diye anılmıştır. İlim adamlığının yanı sıra aynı zamanda şair olan İbni Kemal’in Türkçe bir Divan’ı 7777 beyitlik bir Yusuf u Züleyhâ mesnevisi, her biri, din, hukuk, iktisat ve içtimaiyat bakımından çok mühim tarihi vesikalar halinde yazılmış fetfâ’ları ve daha başka eserleri vardır. Türkçe, Arapça, Farsça eserlerinin genel sayısı ise 200 civarındadır. En önemli eserlerinden biri olan Tevârîh’i Âl-i Osman’ı Sultan II. Bayezîd’in emri ve teşviki ile yazmaya başlamıştır (BANARLI, 1998, C.1, s.605).
Celâl-zâde Mustafa Çelebi (1494-1567) : Devrin külfetli ve sanatlı nesirle yazan diğer bir tarihçisi de Nişancı Celâl-zâde Mustafa Çelebi’dir. Bey, paşa, kocanişancı gibi unvanları da vardır. Aynı zamanda şair olan ve Nişânî mahlasıyla söylediği şiirleriyle küçük bir Divan da vücuda getiren Celâl-zâde asrın sayılı ilim ve devlet adamlarındandır. Celâl-zâde’nin ilim ve edebiyat tarihindeki asıl mevkisi Tabakaatü’l-Memâlik fi Derecâtü’l-Mesâlik adlı tarihi dolayısıyladır. Bu eserin en önemli kusuru, dilinin ağır külfetli ve edebi sanatlarla yüklü bir üslupla yazılmış olmasıdır. Bununla birlikte Koca Nişancı’nın Yavuz Sultan Selim devrini hikaye eden Selimnâmes’si vardır. (BANARLI, 1998, C.1, s.606).
Lütfi Paşa (1488-1563) : Tevârih-i Âl-i Osman. Bir şair de olan Lütfi Paşa eserinin içinde manzum kısımlara da yer vermiştir. Ancak bunların çoğu, kendine ait değildir. Kitabın büyük bir kısmı eski, Anonim Tevârih-i Âl-i Osman’lardan aktarılmıştır. Kendi yaşadığı, bizzat şahit olduğu Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman devirlerini oldukça basit ve ilkel bir tarih felsefesi ile zaman zaman taraf tutucu olarak yazmıştır. Ancak kitabın, kendi vezir ve sadrazamlık devirleri ile ilgili verdiği bilgiler ile imparatorluğun zayıf ve bozulmaya yüz tutan yanlarını açıklayan kısımları değildir (SOYSAL, 2002, s.449).
Gelibolulu Ali (1541-1600) : Künhü’l-Ahbâr. XVI. yüzyılının büyük tarihçisidir. Temiz, açık ve sade bir dille yazdığı Künhü’l-Ahbâr’ı bir önsöz, dört rükun olmak üzere düzenlenmiştir. Kitap, 1593-1597 yılları arasında yazılmış olup beş cilt olarak yayımlanmıştır. Ali’nin söz konusu eserinden başka âdâb-ı muâşeretten bahseden Mevaidü’n-Nefâis fi Kavâidi’l-Mecâlis” adlı önemli bir kitabı vardır. Ayrıca, “Menâkıb-ı Hüner-verân” adlı Osmanlı hattat, müzehhib ve mücellidlerini konu edinen bir başka eseri de vardır (SOYSAL, 2002, s.448).
Hoca Sâdedin Efendi (1536-1599) : Tâcü’t Tevârih, III. Murad’ın emriyle kaleme alınan eser, devletin resmi kayıtları demek olan Vak’a-nüvis Tarihçiliği’nin müjdecisi olarak kabul edilir. Eser kadar geçen dokuz padişah zamanındaki tarihsel olayları anlatır. Ayrıca, her padişah devrindeki ilim adamları, şeyhler vb. gibi ünlülerle ilgili bilgiler verir. Üslubu zamanın modası gereğince ağırdır. Seçili söylemiş olmak için bir düşünceyi türlü deyim ve deyişlerle tekrar eder. Hoca Tarihi diye adlandırılan Tâcü’t-Tevârih, iki cilde ayrılmıştır. İlk cilt Fatih’in ölümüne, ikinci cilt ise II. Bayezid’in tahta geçişinden Yavuz Sultan Selim’in ölümüne kadar olan olayları anlatır (SOYSAL, 2002, ss.448-449).
Selânikî Mustafa Efendi (?-1602) : Târih-i Selânikî. Kanûnî Sultan Süleyman’ın son zamanlarından başlayarak III. Mehmet’in saltanatı ortalarına kadar olan olayları konu edinir. XVI. yüzyıl devlet idaresinin nasıl bozulduğunu, objektif biz gözle ve sade bir dille anlatır (SOYSAL, 2002, s.449).
XVI. yüzyılın nesir alanındaki eserlerinden bir kısmını da tezkireler oluşturur. Tezkire, Klasik Şark Edebiyatı’nda edebiyat tarihi vazifesi gören ve bugünkü edebiyat tarihlerine kıymetli kaynak olan bir nevi âlimler ve şairler ansiklopedisidir. Eski veya çağdaş âlimlerle şairlerin hayatlarını ve eserlerini, ya tabakalara ayırarak yada isimlerinin ilk harfleri sırasıyla tanıtan eserlerdir. Aslı Arap Edebiyatı’na dayanır. Araplardaki tabakat kitaplarından etkilenerek oluşturulmuştur. İran Edebiyatı’nda yazılan tezkirelerin ilki ve en önemlisi Levâmiü’l-Hikâyât müellifi Avfî’nin Lübâbü’l-Elbâb’ıdır. Bugünkü bilgilerimize göre ilk Osmanlı Tezkiresi Edirneli Sehi Bey tarafından yazılandır.
Sehi Bey (?-1548): Asrının divan tertipleyen şairlerinden olmakla beraber edebiyat tarihinde şiirleriyle değil de tezkiresiyle yer almıştır. Sehi Bey tezkiresinin adı Heşt Behişt’dir. Anlamı Sekiz Cennet’tir. Eser 1538 yılında tamamlanmıştır. Sekiz tabakadan oluşmaktadır.
Latîfî (1491-1582): Bu asrın daha muvaffakiyetli bir tezkiresi Kastamonulu Latîfî tarafından yazılmıştır. Latîfî, âlim ve araştırmacı bir edib, çok sayıda şiirler söylemiş oldukça başarılı bir şairdir. Tezkiretü’ş-Şuâra adlı eseri 1546’da tamamlanmış ve Kanûnî Sultan Süleyman’a armağan edilmiştir. Üç fasıl olarak düzenlenmiştir.
Âşık Çelebi (1520-1572) : Bu asrın hem şair hem de münşi olan mühim bir tezkire müellifidir. Eseri Meşâirü’ş-Şuâra’dır. 1566’da tamamlanıp II. Selim’e sunulmuştur. Bu tezkire bütün tezkireler içinde en ayrıntılı olanıdır.
Kınalızâde Hasan Çelebi (1546-1607) : Asrın önemli bir tezkire yazarıdır. Onun Tezkiretü’ş-Şuâra adlı eseri, umumiyetle Kınalızâde Tezkiresi veya Hasan Çelebi Tezkiresi diye isimlendirilir. 1586’da tamamlanıp III. Murat’a armağan edilmiştir. Gayet ağır ve tumturaklı bir üslupla yazılmıştır. Eser üç fasıldan oluşmaktadır.
Ahdî (?-1593) : Asrın diğer tezkiresi Anadolu Türkçesi şairleri yanında Azeri bilhassa Bağdat şairleri hakkında bilgi vermesi bakımından mühim Ahdî Tezkiresi’dir. Tezkirenin asıl adı Gülşen-i Şuâra’dır. 1563’de tamamlanmış ve II. Selim’e sunulmuştur. 1552–1563 yılları arasında yetişen şairleri içerir. Kitap dört Ravza’dan oluşmaktadır (BANARLI, 1998, C.1, ss.613-617).
Beyânî (?-1597) : Asrın diğer mühim bir tezkire yazarıdır. Eserinin ismi Tezkiretü’ş-Şuâra’dır. Eser 1592 yılında tamamlanmıştır. Bu tezkire Hasan Çelebi Tezkiresi’nin kısaltılmışı olmakla beraber bir ekidir. Kitap padişahlara ve şairlere hitap eden iki kısımdan oluşmaktadır (SOYSAL, 2002, ss.451-452).
XVI. asrın edebiyat ve edebiyat tarihi açısından önemli bir kısım eserleri de nazire mecmualarıdır. Anadolu’da Türk Edebiyatı’nın başlangıcından bu yana, tanınmış, kaside, gazel, murabba, muhammes, tesdis vb. manzumelerini bir araya toplayan antolojilerdir. Bu alandaki ilk eser Eğridirli Hacı Kemal tarafından yazılan Câmiü’n-Nezâir adlı eserdir. Diğer mühim bir nazire mecmuası ise Edirneli Nazmî’nin Mecmâin-Nezâir adlı eseridir (BANARLI, 1998, C.1, ss.617-618).

Hiç yorum yok: