28 Aralık 2007 Cuma

17. YY ISLAHATLARI

17. YY ISLAHATLARI
III. Selini, III. Mustafa'nın oğluydu. Annesi Mihrişah Sultan Gürcü asıllı bir kadındı. 1761'de doğdu, 1789 yılında amcası I. Abdülhamit'in ölü­mü üzerine 27 yaşındayken tahta geçti. Nezaketi ve merhametiyle tanınır. (Danişmend'e göre Selim'de “sanatkârlık hassasiyeti, nezaket ve mülayamet” mevcuttu.) Tarihler, bu niteliklerinin onu ıslahat işinde önce başarısızlığa götürdüğünü, sonra da kendisini tahtından ve canından ettiğinden söz eder­ler. Selini aynı zamanda şair (şiirlerinde ilhâmi mahlasını kullanmıştır) ve besteciydi, özellikle besteci olarak tanınmıştır. Klasik Türk musikisinde önemli yeri vardır. Sûz-i dilârâ makamı onun icadıdır. 17I6-Î7Î8 Osmanlı -Avusturya savaşının Osmanlı Devletinin ikinci büyük yenilgisi (birincisi, Viyana kuşatmasının ardından gelen 1683-1699 savaşıydı) ve Pasarofça antlaşmasıyla sonuçlanması üzerine başlayan ve 18. yüzyıl boyunca devam eden ıslahat çalışmalarını Selim de sürdürmüş ve daha ileri noktalara vardırmıştır. Yeniçeri ocağı dışında ilk kez çağdaş bir ordu kurabilmiş olması, onun büyük başarısıdır.
III. Selim tahta çıktığında, Osmanlı Devleti 1787'de Rusya ile, ertesi yıl da Avusturya ile başlamış bir savaşın içindeydi. Avusturyalılara karşı Belgrad civarında kazanılan Şebeş zaferine (21/9/1788) karşılık Ruslar Buğdan (Moldavya) savunmasında stratejik önemi bulunan Özi (Ocakof) ve Hotin kalelerini zaptedince, amcasına inme inmiş ve ölümü de bundan olmuştu. Selim, 18. yüzyılın ıslahatçı geleneği içinde yetişmiş ve daha ve liahd iken, ihtilal öncesi Fransa’nın son kralı olan XVI. Louis ile, yapıla­bilecek ıslahat konusunda gizlice mektuplaşmış, ondan tavsiyeler almıştı. Bu davranış Selim'in ıslahat yolunda seleflerinden daha ileri gitmek niye­tinde olduğunu gösterir. Nitekim toplam 18 yıl Kaptan-ı Deryalık yapan ünlü denizci Cezayirli Palabıyık Gazi Hasan Paşanın rakibi ıslahatçı Halil Hamit Paşa hakkında çıkardığı bir söylentiye göre, bu Paşa, Abdülhamit'i tahttan indirip daha ıslahatçı diye Selim'i tahta geçirmek için bir komplo hasırlamış bulunuyordu. Bu yüzden Halil Hamit sadaretten atılıp idam edilmişti (1785). Şimdi Selim padişah olur olmaz, savaşa etkisinin nasıl olacağını düşünmeden, ikisi de başarılı birer kumandan olan Sadrâzam Koca Yusuf ile kaptan-ı Derya Gazi Hasan’ı azletti. Akkerman ve Bender, Belgrad ve Bükreş düşünce, yeni sadrazam Cenaze hasan Paşa azlettilip yerine tekrar Gazi Hasan getirildi. 80 yaşında olan Gazi, orduyu düzene sokmuşken, görevinde 4. ayı doldururken öldü (29/30 Mart 1790).
Yerine geçen Çelebizade Şerif Hasan savaşın yönetimini o derecede kargaşaya söktü, anlaşılan Selim’i o derece kızdırdı ki, yatağında yatarken kurşunla vurulmak gibi (14/15 Şubat 1791) Osmanlıda yönetenler (askerîler) sınıfının siyasetten kati tarihinde herhalde görülmemiş bir biçimde idam olundu, (Askerîler sınıfını idam ederken, kanlarını dökmek ağır bir hakaret teşkil ettiği için, bu gibilerin idamları kementle boğulmak suretiyle olur, ondan sonra da kafa kesilirdi). Demek ki, Selim için nazik ve merhametli derken bunu —doğru kabul ediyorsak— Osmanlı yasama tarzı ve değerler sistemi içinde göreli olarak anlamak gerekir. î
Hasan Paşanın yerine Koca Yusuf Pasa sadrâzam ve serdar (komutan) oldu. Fakat perişan halde bulunan orduyu doğru dürüst toparlayamadan Ruslar Maçin'de Osmanlı ordusunu yeniden yenilgiye uğrattılar. Maçin döştü (10/7/1791). Osmanlı Devleti bu savaşta yalnız değildi. İsveç (11/7/1789) ve Prusya (31/1/1790) ile ittifakı vardı. Ne var ki, İsveç, Rusya ile savaşa girip başarısız olunca, elini eteğini çekmişti. Prusya ise savaşa girmemekle beraber, müttefik olduğu İngiltere ve Hollanda ile birlikte, Fransa'da başını alıp giden ihtilal ile ilgilenecek yerde Avusturya ve Rusya'nın Osmanlı ile savaşa tutuşmalarını doğru bulmuyordu. İşte Prus­ya'nın zorlamasıyla Avusturya bu ülkeyle Reichenbach antlaşmasını imzaladı(5/8/1790). Buna göre, Avusturya Osmanlı Devletiyle barış yapacak ve savaşta aldığı bütün yerleri iade edecekti ki, bu da Zistovi barışı ile oldu (4/8/1791). Fakat bu antlaşmayla Osmanlı Devleti Hıristiyan uyruklarına iyi muamele etmeyi üstlendi ki, bu da Avusturya'nın Osmanlı içişlerine müdahale kapısı elde etmesi demekti. Bu durumda Rusya savaşa yalnız devam edecekti. Ardından, Prusya'nın dahil olduğu üçlü ittifakın aracılık ile Rusya’yla Yaş antlaşması yapıldı (9/1/1792). Buna göre, Kırım'da Taman yarımadası, Kuban'la Besarabya'nın bir bölümü, Özi kenti, Buğ İle Dinyester (Turla) arasındaki arazi Rusya'ya bırakıldı. Sınır Dinyester olu­yordu. Rusya aldığı yeni kıyılarda donanma üssü yapacağı Odessa kentini kuracaktı. Osmanlı, Kırım'ın ilhakını ve Rusya'nın Gürcistan üzerindeki metbuluğunu (süzerenliğİni) kabul ediyordu.
Böylece Koca Yusuf Pasa ve yandaşlarının Kırım'ı geri almak hülyasıyla giriştikleri savaş, bu hedefine ulaşamamakla birlikte, savaşın seyrine göre çok büyük bir hezimetle sonuçlanmamış oluyordu. Bilindiği gibi, Kı­rım'ın kaybı Osmanlıları çok müteessir etmişti. Şüphesiz, buranın Maca­ristan, Erdel (Transilvanya), Banat, Podolya'nın tersine Müslüman bir ül­ke oluşunun bu tavırda etkisi vardı.
I. Askeri Islahat : Savaş sona ermeden, Padişah ıslahat sorununa el attı. 1791'de Zişlovî'nin aramdan, Ebubekir Ratip Efendiyi Viyana'ya elçi gönderdi, Ratip'in görevi Avusturya hakkında bilgi toplamaktı. Çok aydın ve kültürlü bir kişiydi. 1795-96'da on beş ay reisülküttaplık yaptı. Bu sırada bu görev giderek önem kazanmaktaydı. Adından anlaşılacağı üzere, kâtiplerin, yani bürokrasinin başıydı. Zamanla da dışişleri bakanlığı işlevini yüklenmiştir. Medreselerin ve özellikle Enderun Mektebinin giderek soysuzlaşması, usta-çırak ilişkileri içinde yetişen yönetenler sınıfının bu kesi­mini devleti ayakta tutan becerilere, kültüre sahip başlıca insanlar duru­muna getirmiş bulunuyordu, işte Ralip böyle bir kişiydi. (1796'da azledil­dikten sonra Rodos'a sürüldü, 1799fda da idam ettirilip kesik başı İstan­bul'a getirildi.) Mayıs 1791'de Ratip Viyana'dan döndü ve Avusturya ve genel olarak Avrupa'daki toplum hayatı, asker! sistem hakkında 500 sayfa kadar tutan ayrıntılı bir sefaretname yazdı.
Bu sefaretnamenin Selim'i nasıl ve ne ölçüde etkilediğini bilmiyoruz, fakat 1791 sonbaharında kamu hayatının çeşitli kesimlerinden 22 kişiden (biri yabancı, biri de yerli Hıristiyan’dı) Devletin zaaf nedenlerini ve alın­ması gereken ıslahat tedbirleri hakkında görüş istedi. Sonuç olarak ortaya layiha adını taşıyan 22 rapor çıktı. Başarısız geçen savaş daha yeni bitmiş, ya da gitmek üzere olduğu için, tahmin edilebileceği üzere, en çok üze­rinde durulan, asker! ıslahat konusuydu. Herkes durumdan şikâyetçi ol­makla birlikte, kimisi Kanunî devri düzenine dönmeyi, kimisi de eski ku­rumların tasfiye edilip yepyeni kurumlar teşkil edilmesini tavsiye etmek­teydi. Tabiî Yeniçeri Ocağının çağdaşlaştırılması gerektiğini Öne süren ortalama çözümler de vardı. Selim ıslahatı kendi kadrosuyla yapmak isti­yordu. Onun için Yaş barışından 5 ay sonra Koca Yusuf'u azletti. Bu Paşa mevkiini sağlamlaştırmak için keyfî azil ve atamalar yapıyormuş. Selim kendisine karşı kabaran ve şimdilik dedikodu olarak kalan muhalefete al­dırmadan, XVI. Louis'nin tavsiyeleri, Ebubekir Ratip'in sefaretnamesi, la­yihalar gibi belgelerden hareketle, arkadaş ve kafadarlarına mevki verip etrafına toplayarak Nizam-ı Cedit hareketine girişti. Selim'in yaptığı ısla­hat için kullandığı bu deyim İlham kaynağını apaçık ortaya koymaktadır. Fransa, ihtilalin getirdiği düzene «Yeni Düzen» adını takmıştı. Selim'in kendi ıslahatı için aynı adı benimsemiş olması ilham kaynağını ve cesa­retini göstermesi bakımından ilginçtir. Doğu istibdadının adamları olan Selim ve arkadaşlarının Fransız ihtilâlini değerlendirme tarzları da çok il­ginçtir. Muhtemeldir ki insanlık tarihinin bu büyük özgürleşme ve demok­ratikleşme hamlesini asla bu yönüyle değerlendirmiyorlardı. Zira böyle bir anlayıştan uzaktılar. Osmanlıların ihtilalin bu yönünü idrak etmeleri biraz vakit alacak, idrak ettiklerinde de bu işi nefret ve şiddetle reddede­ceklerdi. O sırada onların gördükleri, bu dönüşümün kendilerini iyi-kötü Avusturya ve Rusya'nın elinden kurtardığıydı. Ayrıca, bu ülkeleri oyaladığı sürece kendilerine rahat nefes aldırıyordu. Üstelik bu hareket, Hıris­tiyanlığı dışladığı için de zararsız görünüyor, Batının maddî yeniliklerini benimsemeyi kolaylaştırıyordu.
Nizam-ı Cedid ıslahatının etkisi en çok askerî alanda görüldü. Önce mevcut ocakların ıslahatına girişildi. İdarî ve askerî işlevler ayrıldı, birin­ciler nâzır denen kişilere verildi. Ağalar yalnızca askerî konularla uğraşa­caklardı, işe yaramayan askerler ayıklandı. Ocakların kışlaları genişletildi. Askerîn düzenli olarak talim yapması şartı getirildi. Ücretler yükseltildi, işe yaramayanlar ayıklandı. Sipahiler tımarlarını en işe yarar oğullarına vasiyet ederken, bu oğlun gerçekten işe yaradığına dikkat edilecekti. Yaşı küçükse, diğer kardeşleri gibi yedekte bekletilecekti. Dirlikler saray gözdelerine değil, savaşçılara verilecekti. Yeniçeri ocağının mevcudu yarıla­narak 30.000’e indirildi. Kendilerine Avrupa tüfekleri ve mühimmatı, her ortaya bu tüfekleri kullanabilen 8 asker verildi. Yeniçeri subaylarına ısla­hatı kabul etsinler diye özel armağanlar, iltizamlar verildi. Yapılan ıslahat en iyi sonuçlan Baron F. de Tott ve haleflerinin çalışmış olduğu ocaklarda, yani topçu, humbaracı, lağımcı, top-arabacı ocaklarında verdi. Bu ocak­larda askerin evlenmesi yasaklandı ve kışlada kalmaları zorunlu oldu. Ye­niçeriler ve tımarlı sipahiler için öngörülen ıslahatın kâğıt üstünde kaldığını, ya da bir süre sonra çığırından çıkarak eski durumun geri geldiğini belirtelim. Yeniçeriler, ancak birkaç ay talim yaptıktan sonra bu talim gavur işidir diyerek vazgeçtiler ve bir kısım Nizam-ı Cedid askerinin de dağılmasına yol açtılar.
Herhalde eski ocaklarda alınabilecek mesafenin sınırlı olduğu düşü­nüldüğü içindir ki, 24/2/1793'de Nizam-ı Cedîd olarak tanınan yeni bir ocak kuruldu. Yeniçerilerin itirazlarını karşılamak için örgüt Bostancı ocağına bağlandı ve resmî adı Bostancı Tüfenkçisi Ocağı oldu. «Talimli Asker» ya da «Mühimmatı Cihadiye» Nâzırı sıfatıyla başına eski Sadaret Kethüdası Mustafa Reşit Efendi getirildi. Yeniçerilerin gözünden uzak olsun diye ocak kışlasının Levent çiftliğinde kurulması kararlaştırıldı. 1794 güzünde inşaatı tamamlandı. Fransız ve İsveç'li subaylar yönetiminde 1602 er ve subayla işe başlandı. Ocak ağalığına Levent çiftliği kethüdası Veli Ağa getirildi. Ocağın çok hızlı geliştiği herhalde söylenemez. Mayıs 1797'de 2536 er ve 27 subay mevcudu vardı, Akkâ zaferi ve Napolyon'un Mısır'dan kaçmasından, yani 7 yıla yaklaşan bir zaman sonra, 23/11/1799'da Üsküdar'da kıyafetlerinin rengi ayrı olan ikinci orta kuruldu. Mısır'daki bayanları olmasaydı, belki de Nizam-ı Cedid ocağı küçük bir nüve, bir çeşit pilot proje olarak kalacaktı. Temmuz 1801'de mevcudu 9263 er ve nedense aynı sayıda (27) subaydı, ikinci ortanın kurulmasıyla Anadolu’daki valiler de İstanbul'a - yetiştirilmek üzere - adam göndermekle yü­kümlü tutuldular. Döndüklerinde bunlarla yerel birlikler oluşturuluyordu.

Hiç yorum yok: