5 Ocak 2008 Cumartesi

XVI. ASIR ÇAĞATAY SAHASI TÜRK EDEBİYATI

XVI. ASIR ÇAĞATAY SAHASI TÜRK EDEBİYATI

XVI. asırda Çağatay Sahası Türk Edebiyatı olgunluğunun son devresini yaşamıştır. Bu asrın kültür ve edebiyatı Türk dünyasının Mâverâünnehir, Harezm, Altınordu gibi doğu ve kuzey bölgelerinde gelişme göstermiştir. XIV. yüzyılda Kutub, Harezmî, Rabgûzi; XV. Yüzyılda Ali Şîr Nevâî, XVI. yüzyılda Bâbur Şah; XVII. yüzyılda Ebulgazi Bahadır Han gibi büyük sanatçılar yetişmiştir. Çağatay Edebiyatı altın devrini XVI. yüzyılda Ali Şîr Nevâî ile yaşamıştır. Bu asırda kültür, sanat ve edebiyat hayatı Harezm, Mâverâünnehir ve Horosan’da Şeybanlılar, Hindistan’da Bâburlular tarafından himaye ve teşvik edilmiştir. Bu yüzyıl Timurlular için felaket ve yayılma devri oldu. Batu’nun kardeşlerinden Şeyban’a ait prenslerin idaresi altındaki göçebe Özbekler sonra da Horosan’ı ele geçirerek Timurluların buradaki egemenliğine Bâbur’un bütün gayretlerine rağmen Mâverâünnehir ve Harezm Özbek egemenliğinden kurtulamadı. Timurlu sülaleleri ancak Bâbur’un Hindistan’da kurduğu yeni imparatorluk sayesinde varlığını koruyabildi. (SOYSAL,2002, s.380).
Ortaasya’da XVI. asırda Timur Oğullarının iktidarına kesin bir son veren göçebe Özbekler’in hükümdarı Şeybânî Han ve onun prensleri Ortaasya Türk hakimiyetini oldukça uzun müddet ellerinde tutmuşlardır. Şah İsmâil ile Şeybânî Han arasında Şîî-Sünnî kavgaları devam etti ve birçok maddi zararın yanı sıra insanların zihninden silinmeyecek manevi zararlar meydana geldi. Ancak çeşitli siyasi ve ulusal sebeplerden doğan her türlü zorluklara ve ihtilallere rağmen fikir, sanat ve kültür hayatının gelişmesine hizmet ettiler. XVI. asırda Timur Oğullarıyla Özbekler arasındaki bu kavgalar medeniyet merkezlerinin yıkılıp harap olmasına sebep olmuş, fakat bu durum fikir hayatının da yıkılmasına sebep olmamıştır. Çünkü XV. asırda Ali Şîr Nevâî’nin attığı sağlam temeller ve yaşanan muhteşem edebi ve fikir hayatı etkisini XVI. Asırda da sürdürmüş böylelikle edebiyat ve fikir hayatı sosyal ve siyasi hayata göre daha fazla direnç gösterebilmiştir (BANARLI, 1998, C.1, s.517).
Safevî Şîîliği ve Şeybânî Sunnîliğinin karşı karşıya gelmeleri dıştan bakıldığı zaman bir iman ve mezhep çatışması gibi görünse de gerçekte siyasi hakimiyet kavgasından ibaretti. Bu mezhep kavgalarının bu derece şiddetle devam etmesi ise halkın tekrar maneviyata sarılmasına sebep oldu. Halkın bu şekilde maneviyata yönelmesi de bilhassa Yesevî tarzı hikmetlerin sayısını arttırdı.
Ahmed Yesevî tarzında yeniden dini ve tasavvufi şiirler söylendi. Bu da hem hece vezni hem de dörtlüklerle söylenen Yesevî tarzı şiirler milli edebiyata bir canlılık verirken Nevâî tarzı söyleyişin tesiriyle İran edebiyatı geçen asırdaki ihtişamlı hayatına devam yolları buldu. Bundan dolayı Ortaasya Türk Edebiyatı’nda XVI.Asır XV.Asrın bir devamı niteliğini almıştır. Aynı şey kısmen yaşanırken edebiyat hayatı bir önceki asrın şaşaasını devam etmiştir. Gerçi aynı düzeye çıkılamamıştır ama Osmanlı ile benzerlik göstermektedir (BANARLI, 1998, C.1, s.517).
Çağatay Edebiyatı Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu’na göre; “Timurların saray çevresinde gelişti. XVI. yüzyılın ilk yarısında yetişen Çağatay şairleri hem Çağatayca’yı hem de Farsça’yı kullanıyorlardı. XV. yüzyılın ikinci yarısında Herat edebi çevreleri sadece Horosan ve Mâverâünnehir’in büyük merkezleriyle yetinmeyerek İran ve Irak, Tebriz ve İstanbul’daki bilim ve sanat çalışmalarını da takip ediyorlardı. XV. yüzyılın ikinci yarısında Timurlu prenslerin saraylarında resmi dil ve kültür dili olarak Farsça kullanılmıştır. Ancak Hüseyin Baykara devrinde Farsça’nın yanında Türkçe’de değer kazandı ve şairlerin büyük bir kısmı Türkçe şiirler yazmaya başladı. Hüseyin Baykara devrinde yetişen şairler arasında Çağatay edebiyatının gelişmesinde büyük ölçüde rol oynayan Ali Şîr Nevâî başta gelir.
Hüseyin Baykara’nın ölümünden yirmi yıl geçmeden, Herat bilim ve sanat merkezi olarak eski parlaklığını kaybetti. Çağatay edebiyatı bundan sonra Şeybanlıların hâkimiyeti altındaki Buhara ve Semerkant gibi büyük kültür merkezlerinde oldukça kuvvetli bir gelişme gösterdi. XVI. yüzyılda Şeybanlı hanlarının koruyuculuğu altında büyük şehirlere yerleşen şairler arasından Çağatayca’yı kullananların Farsça yazanlardan çok daha az olduğu göze çarpar. Çünkü Farsça yalnız bilim ve edebiyat dili olarak değil resmi dil olarak da kullanılmıştır.
Zahîrüddin Muhammed Bâbur’un Hindistan’da büyük bir imparatorluk kalması üzerine Çağatayca’nın rolü Bâburlular arasında bir kat daha arttı. Bu imparatorlukta XVI. yüzyılda resmi dil olarak Farsça’nın yanında Türkçe de kullanıldı. Hindistan’da yetişen şairler arasında özellikle Bâbur anılmaya değer. Çağatay edebiyatının Nevâî’den sonra en büyük temsilcisi olan Bâbur, lirik şiirler yazdığı gibi daha çok Bâburnâme diye anılan Vekâinâmesi ile Çağatay nesrinin en güzel örneğini verdi. Bu devirde Bâbur’un yakından arkadaşı olan amir Hoca Kahan da Penâhî mahlası ile Farsça şiirlere, yer veren Bayram Han ve oğlu Abdurrahim Han’da bu bakımdan anılmaya değer… XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Çağatay edebiyatı alanında hiçbir büyük yazar yetişmedi…” (KARAALİOĞLU, 1980, ss.154-155).
XVI. yüzyılda Çağatay Türkçesi Bâbur ve çocukları zamanında Hint saraylarında yüksek aristokrasi edebiyatı şeklinde devam etmiştir. Siyasi ve medeni bakımdan Türklerin altın devri sayabileceğimiz XVI. yüzyılda Çağatay dil ve edebiyatı yalnız Ortaasya’da egemen olmakla kalmamış Nevâî’nin büyük etkisi sayesinde Osmanlı ve Azeri Edebiyatları alanında da manevi etkisini korumuştur. Fakat buna karşılık Osmanlı ve Azeri Edebiyatlarında Çağatay alanları üzerinde etkilerini kuvvetle sürdürüyorlardı (SOSYAL, 2002, s.383).
Bu asrın en önemli şahsiyetlerinden birisi bizzat kendi devrinin değerli bir âlimi ve şairi olan Muhammed Şeybânî Han’dır. Sanatla ve edebiyatla olan uğraşı ona bir divan tertib ettirmiştir. İlim ve fıkıh sahalarında yazmıştır. Şeybânî Han kendi devletinin hükümdarlığını yapmış hem de kalemini kullanarak döneminin en önemli şahsiyetlerinden biri olmuştur. Yani hem kılıç hem kalem ustası olmayı başarmıştır. Şeybânî Han ile birlikte bu dönemin önemli isimlerinden biri de onun yeğeni Ubeydullah Han’dır. Kul Ubeyd veya Ubeydî mahlaslarıyla Yesevî tarzında şiirler söylemiştir. Bu asrın diğer bir şairi de Şah Melik’in torunu Muhammed Sâlih’tir. Şeybânî Han’ın zaferlerini yazdığı Şeybân-nâme adlı manzum eseriyle tanınır.

A) Bâbür Şah (1483-1530) : Ortaasya Türk Edebiyatı’nın Nevâî’den sonraki en büyük temsilcisidir. 14 Şubat 1483’de Fergana’da doğmuştur. Babası Ömer Şeyh Mirza Timur’un bir kazada ölmesi üzerine hükümdarlık tahtına oturdu (1494). Hayatı savaşlarla ve tehlikeli maceralarla geçti. 1507’de padişahlığını ilan ederek Timurlular sülalesini devam ettiren tek hükümdar olmuş ve büyük bir güç toplamıştır. Hindistan’da bir Türk-Hind İmparatorluğu kurdu (1527). Çok zeki, gayet cesur, iyi bir komutan, iyi bir siyaset adamı, ehliyete kıymet veren, çevresinde değerli kişileri toplamasını bilen aynı zamanda kendine ve talihine sonsuz güveni olan kudretli bir şair ve devlet adamıdır. Hindistan için dört yüz yıllık bir uygarlık yarattı. İmparatorluğu’nu oğlu Humâyun Şah’a bırakıp Ağra’da vefat ettiği zaman henüz kırk yedi yaşındaydı. Bugün torunu Şah Cihan’ın yaptırdığı Kâbil’deki muhteşem bir türbede yatmaktadır (KARAALİOĞLU, 1980, s.167).
Bâbür Şah Türk tarihinde kendi azim ve çabası sonucu bir devlet kurmayı başaran büyük bir şahsiyet olması dolayısıyla çok önemlidir. Bâbür Şah Türk tarihinin en büyük simalarından olduğu gibi Türk Çağatay edebiyatının da Ali Şîr Nevâî’den sonra en büyük şairidir. Müstesna bir kişiliği vardır. İyi saz çalar, beste yapar, hattat ve nakkaştır. Bin türlü idari, siyasi, askeri işler arasında divanlar dolduracak kadar şiirler, anılar kaleme alır, her türlü sporlara, avlara, musiki meclislerine zaman bulur. Fuat Köprülü onun için şöyle der: “Kılıç kullanmakta, ok atmakta, ata binmekte ne kadar mahir ise insan ruhunu tanımakta, fertleri ve kitleleri idare etmekte de o kadar mahirdi.” Çağatay nesir dilini en ileri bir sanat dili haline getiren Bâbür Şah’ın en önemli hareket düsturu şudur: “Eğer babası iyi kanun koymuşsa, onu sakla; eğer bu kanun fena ise yenisini yap.” (KARAALİOĞLU, 1980, s.167).
Bâbür Şah’ın bir Dîvân’ı bir Aruz Risâlesi, Hanefi fıkıhına ait Mübeyyen isimli bir mesnevisi ve tasavvuf ahlakına dair Hoca Ahrâr’ın Farsça eserlerinden manzum olarak Türkçeleştirilmiş bir Risâle-i Vâlidiye’si vardır. Fakat bu hükümdar şairin hemen dünya ilim ve edebiyat âlemince tanınmış en mühim eseri Bâbürnâme’dir (BANARLI, 1998, s.519).

Bâbürnâme: Bâbür’ün çocukluğundan son senelerine kadar bütün hayatını hikaye eden bir otobiyografi ve gezip gördüğü yerleri, tanıştığı insanları, kültürleri, coğrafyaları, hayvanları vs anlattığı bir seyahat ve hatırat kitabıdır. Çağatay lehçesiyle çok sade bir dille ve doğal bir üslupla yazılmıştır. Bâbür Şah bu eserinde sadece büyüklüklerini başarılarını değil aynı zamanda hatalarını, eksik yönlerini ve başarısızlıklarını da anlatmıştır. Anlatımındaki tasvir, tahlil ve açıklamalarında kuvvetli ve derin bir gözlem ve tahlil kabiliyetine sahiptir. Bu eser birçok dile de çevrilerek yayımlanmıştır (The Bâbürnâme in English) (SOSYAL, 2002, ss.387-388).
Bâbürnâme, Bâbür Şah’ın anılarını içeren bir eser olup Çağatay edebiyatının anı türünde yazılmış en önemli eseri olduğu gibi, Türk coğrafyası üzerinde yazılmış ilk anı türü eserdir (MENGİ, 1999, s.139).

Hiç yorum yok: