28 Aralık 2007 Cuma

Ermeni Meselesi ve Türkiye'nin Uluslararası Konumu

Ermeni Meselesi ve Türkiye'nin Uluslararası Konumu
Prof.Dr. Hasan Köni 24 Nisan 2001 Türü: Konferans Almanya Türk Toplumu'nun Extertal'de yaptığı toplantıda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Köni, Ermeni meselesi ve Türkiye'nin uluslararası konumu konusunda konferans verdi ve şunları söyledi: Ermeni meselesi 24 Nisan olarak kutlanan Genosid olayı diye birşey yok. Bu tarihte İstanbul ve civarındaki Ermeni liderler tutuklanmıştır. 25 Nisan 1915'de ise İngiliz, Fransız mütteffik çıkarmalarının 250 bin kişi ile Çanakkale'ye yoğun çıkarması vardır. Bu çıkarma haberi alındığı için orduyu arkadan vurmalarını önlemek için sadece 300 Ermeni lideri tutuklanmıştır. Çanakkale'de 18 Mart'da bombalama olmuştur. 25 Nisan'da ise askeri çıkartma. 1915'de Van civarında Ruslar ayrıca Ermeni desteği ile ilerlemektedir. O zaman Türkiye iki ordu arasında sıkışmış durumdadır. 250 bin kişiyi Çanakkale'ye yığmıştır. Doğuda Ruslar'la büyük bir mücadele içindedir. Bu zamanda 1915 yılında Orta Doğu cephesinde ordu Cemal Paşa ve Kemal Paşa ile bir hareket yapmaktadır. Yani üçe bölünmüş ordunun içeride böyle bir katliamı yapması mümkün değil. Aslında iç bölgelerde sadece ufak bir jandarma gücü kalmıştır. O zaman mecburen savaş alanından Ermenileri aşağıya çekmişlerdir. Bu arada çatışma bölgesinden aşağıya kaydırılanlar sadece Ermeniler değildir. Türk ve Kürt aşiretleri ve bazı diğer unsurlar da Osmanlı'nın Mezopotamya bölgesine doğru kaydırılmıştır. Bu bir boşaltma olayıdır. Göç ettirme emri 27 Mayıs 1915'de verilmiştir. Liderlerinin tutuklanması olayı nedeniyle Ermeniler tarafından 24 Nisan alınıyor. 24 Nisan tarihinde İstanbul ve İzmir'deki Ermeniler duruyor. Hatta o zaman Çanakkale savaşlarında savaşan Ermeni birliği bile var. Bu göç olayı karşı tarafa yataklık eden bir grubun ayrım yapılmaksızın aşağıya kaydırılması. Ayrıca çatışmalar sırasında yerinden olmamak için "convert" olan yani müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kimler olduklarını bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Mesela Hakkari'deki Alevi kardeşlerimiz dönmüş Ermeniler'dir. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Doğuda maalesef bir yangın olduğu zaman askerlik ve nüfus şubeleri ilk önce yanar. Belkide devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var. Kim olduklarını bilmiyoruz. Genelde Ermeni meselesinde dönmelerden hiç bahsedilmiyor. Bu arada karşı tarafa geçmiş olanlar olmuş. Tabii göç etmiş olanlar da var. Genosid Psikolojisi Ermeniler konusunda güncel olaylara gelince, Genosid psikolojisi diye bir yapı birden bire ortaya atılmaya başlandı. Bu konuda kitaplar yazıldı. Genosid psikolojisi kitabını yazan insanların bahsettikleri konu şu: Bir toplumda belli bir grup ekonomik olarak çok ileri çıktığı için bir kıskançlık meydana geliyor. Bir çatışma çıktığında da bu kıskançlıktan faydalanarak bu grup ortadan kaldırılıyor. Bu analiz Almanya'daki Yahudiler üzerine kurulmuş bir analiz. Alman toplumunda ekonomik olarak Yahudiler yukarı çıkıyorlar, ekonomik çöküntü ve bir savaş olduğunda da toplum kıskançlık nedeniyle birikimiş kinle beraber intikam alıyor. Osmanlı İmparatorluğu'nda böyle bir genosid psikolojisi yok. Ermenilerinde içinde olduğu azınlıkların ticaret yapması sistemin gereğı icabı. Vergi için para ödüyorlar ve kendileri ticaretle meşguller. Çok sert bir sultan olarak bilinen Abdülhamit'in bile danışmanları Ermeni ya da Yahudi. Doktoru da ayrıca Yahudi. Yani böyle bir ortam yok. "Azınlıklar niye kendi kimliklerini ortaya çıkarmak için katliam motifini kullanırlar?" konusunda araştırma yaptık. Yoğun bir şekilde Musevi hareketini inceledik. Soykırım işi bir kimlik sorunu Aslında bu soykırım işi bir kimlik sorunu. (Konuyla ilgili bir anı.) Kanada'da verdiğim bir konferansta, söylediğim herşeye neden itiraz ettiğini sorduğum bir bayan, kendisinin Ermeni olduğunu, dedesini Türklerin kestiğini, Ermenice yada Türkçe bilmediğini, tarihçi de olmadığını söyledi. Konferans sonrası konuştuğumda samimi olarak bana şunu söyledi: "Bu bir kimlik sorunu. Ben gördüğünüz gibi Amerkalı'ya benziyorum. Bu toplum içinde ben kayboldum. Bu genosid tezini ileri sürdükten sonra ise varım (Katliama uğradım ki Ermeni'yim, düşünüyorum ki varım gibi bir şey.) Bu benim varlığımı kanıtlıyor. Bu varlığım kanıtlandıktan sonra bana burs verdiler. Saygınlığım var. Buranın basını bizi dinler hale geldi" dedi. Hakikaten sözde soykırımı iş alanı yaratmış. Bu iş 75-80 milyon dolarlık bir endüstri. (Eğer bu gün soykırımını kabul etsek en aşağı 20 bin Ermeni işsiz kalacak.) Kitaplar yazıyorlar, toplantılar yapıyorlar, para aktarıyorlar ve heykeller dikiyorlar. Amerika'daki moda olan kimlik konusu. (Örneğin buradaki bazı Türklerin, aşırı dinci yada İslamcı olmasının nedeni kimlik koruma boyutunda bir olay oluyor.) Musevi soykırımı Musevi hareketini inceledik demiştim. Gerçek olan Musevi soykırımı, 1945-1967 arasında pek uluslararası alanda kabul görmemiş ve çok ortaya çıkarılmamış. Belki Amerikan kültürü içinde hissedilebilir hale getirilmiş ama esas olarak 1967 savaşından sonra Musevilerin, geniş Arap topraklarını almasından sonra (Amerika'nın da müsadesi ile) birden bire soykırım olayı uluslararası alanda bir patlama göstermiş. 1968'de Orta Doğu'nun terörizme girmesi ile diğerleride bunu öğrenmişler. Ve soykırım alanı gelişmiş. Geliştirme sebeplerinden birisi (haklı olmalarına rağmen) şu: işgal edilen topraklardaki meşruiyeti sağlamak. Örneğin Ermenistan Azerbeycan'da işgal ettiği topraklarda devamlı büyüyor. Gürcistan içinde de faaliyetleri var. Bu konuda herhangi bir tartışma yok. Çünkü dünya kamuoyu (Almanya da dahil) 1915 soykırımı olayı ile meşgul. Politikacıların oy meselesi Ayrıca tabii politikacıların oy meselesi de var. Konuyla ilgili olarak bir Fransız parlamenteri, "Bir tarihi gerçek vardır. Bir de siyasi gerçek vardır. Bu siyasi gerçek medyanın ortaya koyduğu bir gerçektir ve uluslararası konjüktür, insan hakları ve kimlik krizi ile ortaya konan bir gerçektir. Nihayet Lyon bölgesinde bana oy verecek 22 bin Ermeninin ortaya koyduğu gerçektir. Ben kendi menfaatime göre oy veririm" dedi. Olayın gerçek boyutları bu şekilde. Sayın Ethem Mahçupyan bir yazısında "Ermeniler enerjilerini kendi devletlerini kurmaktan çok giderek kendi kültürleri ve cemaatleri üzerine yoğunlaştırdılar. Böylece Ermeni milliyetçiliğinin hala neden cemaat karekteri taşıdığı anlaşılabilir" diyor. Aslında söylediği şu: Ermeniler kendi devletlerini kurmakla uğraşmadılar. Kendi kültürleri ve cemaatleri üzerine yoğunlaştılar. Yani açıkçası "Biz devlet kuramadığımız için cemaat sisteminde kaldık." Hangi topluluk kendini bulduktan sonra devlet kurmak için uğraşmaz? Böyle bir analiz olabilir mi? Almanlar hatıralarında böyle bir olayı yazmamışlar Tescir (göç) Kanunu'nun çıkışı 27 Mayıs 1915 tarihi. Uygulanışı da 3 Haziran 1915. Askeriyeye gönderilmiş olan emiri uygulayanlar, o zaman görevli olan Alman genel kurmayı. Ordu birliklerine bakıyorsunuz kurmay başkanı Alman yahut ordu komutanı Alman. O sırada böyle bir olay olduğuna dair bunlar hatıralarında ya da yazılarında böyle bir olayı yazmamışlar. Ermeni bir yazar, o dönemdeki hemşirelerin ve Alman askerlerin hatıralarını toplamış, onları bir kitap halinde yakında yayınlayacak. Aslında azınlıkların kimliklerini bulmak için neden bu tür terminolojiyi (soykırım) kullandıklarını ve bundan neler elde etmek istediklerini iyi anlamak lazımdır. Türkiye'nin uluslararası arenada güncel konumu Türkiye'nin batıya kabulü ve batının yanında olmasının önemli boyutlarından biri Rusya gibi batının sistemini değiştirmeye yönelik bir gücün var olmasıymış 1991'de Rus Elçiliği'ndeki bir toplantıdaydık. Tartışılan konu Rusya'nın çöküşü ve Yeltsin'in tankın üzerine çıkmasıydı. Orada bulunan İngiliz ateşesi benim bulunduğum tarafa doğru dönerek (İngilizcemden dolayı beni Arap veya İsrail diplomatı zannediyor olmalı) "Sovyetler Birliği gitti. Bu 65 milyonluk Türkiye de gitti" dedi. (Herkes benim bulunduğum tarafa baktı.) Ne olduğunu soran Büyükelçi'ye "Ben maalesef Türküm" dedim. "Üzülmeyin" dedi. "Asya ve Kafkaslar enerji hatlarıdır. Onların geçtiği bir alan olursunuz. Tekrar batının gözünde yükselirsiniz" dedi. O dönemde şunu anladık. Türkiye'nin batıya kabulü ve batının yanında olmasının önemli boyutlarından biri, özellikle 1945'lerden sonra hatta Kurtuluş savaşı sırasında da, Rusya gibi batının sistemini değiştirmeye yönelik bir gücün var olmasıymış. Tabii bizim konuşmalarımızda "Türkiye bölgesel bir güçtür. Asla marjinal olamaz" gibi imajlar konuşuldu. Hala bugün Dışişleri'nden gelen arkadaşlarımız da öyle konuşuyor. "Türkiye daima stratejik önemini muhafaza etmiştir. Boğazlar önemlidir" şeklinde ve 60-70 yıldır süren klasik bir stratejik görüş boyutumuz var. "Sizin Kafkasya konusunda ne bilginiz var. Ne de yatırım yapacak paranız var." Daha sonraki yıllarda, Amerika Türk dernekleri ve iş konseyi toplantısı için ABD'ye gidecektik. (O sırada Demirel Başbakan, sayın Özal'da Cumhurbaşkanı idi.) Amerika'da yapılacak konuşmayı benden hazırlamamı istemişlerdi. O zamanki yapı şöyle: Türkiye'nin önünde Kafkasya ve Orta Asya açılmış. Körfez savaşı ile de Orta Doğu kapanmış bir durumdaydı. Kafkasya'daki (Ermenistan hariç) Türk Cumhuryetlerini tanımıştık. "Türkiye doğu ile batı arasında bir köprüdür. Eğer siz doğuya yatırım yapmak istiyorsanız, Türkiye'ye geleceksiniz. Hep birlikte orada gerekli yatırımları yapacağız" şeklinde bir yazı hazırlıyorum. Beklentimiz: Amerikan sermayesi "Türkler bu Kafkasları ve Orta Doğu'yu biliyor" diye bize gelecek. O elde ettiğimiz sermayelerle oradaki enerji hatlarına ve içe büyük yatırımlar yapacağız. Türkiye bu bölgenin hakikaten yükselen devletlerinden biri olacak şeklindeydi. Bu arada Amerikan Dışişleri'nden beni aradılar. "Siz Türkiye'nin bir köprü olduğunu, batının size yatırım yapacağını konuşmanız için yazıyormusunuz" diye sordular. "Evet. Tam bu istediğinizi yazıyorum" dedim. Cevap olarak kendileri bana "Türkiye dışarda" dediler. "Sizin o bölge konusunda ne bilginiz var. Ne de yatırım yapacak paranız var. Köprü falan da değilsiniz" dedi. Bizde tabii sonra konuşmayı değiştirdik. "Biz köprüyüz ama, ilk önce köprünün Türkiye'de kalan ayağını canlandıralım" dedik. Daha sonra da Türkiye'de yatırım yapılacak yerleri sıraladık. 1995 yılına kadar, yani Clinton tecrübe kazanıp Amerika'nın karşısında yeni rekabet ve yeni düşmanlıklar görünceye kadar, Türkiye hakikaten uluslararası durumlarda çok zor durumlar geçirdi. 1996-97'lerde Yunanistan Kıbrıs'da olay üzerine olay yaratıyordu. Tansu hanım 1994'de geldi (ekonomiyi öğreniyordu). Enflasyonu çekeceğim diye büyük bir kriz oldu. İlk büyük iflaslar 1994'de meydana geldi. Uluslararası sermayenin artık bir saat içinde yatırıma girip çıkacağı unutulmuştu. Faizleri indirince o gelen sıcak para olduğu gibi dışarı çıktı. Sonra düzeltmeye çalıştılar. Ama çok büyük zorluklar yaşandı. Fransa'nın büyük bir baskısı vardı Ayrıca, çevremizde birdenbire PKK boyutu çok büyük şekilde arttı. Bizim ordu kuzey Irağa girip çıkıyordu. Bazen müteffikimiz Amerika ile çok zor durumlara düştük. Zaman zaman desteklediler. O zaman Fransa'da Madam Mitterant vardı. Bizim ülkeden transit geçip kuzey Irağa iniyordu. Fransa'nın büyük bir baskısı vardı. (Fransa Yunanistan'ı da tutuyordu.) Kürt olayı adı altında PKK olayını destekliyor. İçerde de epey sıkışmış bir duruma gelmiştik. Bu yüzyıla zeten Amerikan yüzyılı da diyorlar. "Siz de buna uyacaksınız" anlamı çıkıyor Aslında Amerika'nın politikası sık sık değişiyor. Bize gelip soruyorlar. Bir defasında "2020 yılında Türkiye nerede olacak" diye sormuşlardı. Bizde de cevap hazır olmadığı için "Türkiye'nin nerede olacağını tahmin edemiyorum, siz söylermisiniz Amerika nerede olacak" diye kendilerine sordum. Onlar da "2020 yılında Amerika'nın önünde hiç bir siyasi güç yoktur. Düşmanımız olmadığına göre uluslararası sistemi kendi istediğimiz tarzda düzenleyebiliriz" dediler. "Bu düzenlemelerle nasıl bir yapı olacak" diye sordum. "Demokrasilerle birbirine bağlanmış serbest pazarlardan oluşan bir dünya düzeni olacak. Demokrasiler birbirleriyle harb etmez. Pazar ekonomileride hammadede almak için birbirleriyle savaşa girmez. Birbirleriyle serbest piyasa ekonomisinde değiş tokuş yaparlar. Sizde bu sisteme uyarsınız" dediler. (Konuyla ilgili olarak bir Japon yazar "Tarihin Sonu" isimli kitabında "Şimdi artık ideolojik çatışmalar bitmiştir. Alt yapı ve üst yapı gibi sınıflar kalkmıştır Çünkü sosyalizm bitmiştir. O halde tarihin bu çatışmalar ile ilgili sonu gelmiştir. Şimdi Amerikan sistemi vardır" şeklinde yazmış.) Bu yüzyıla zeten Amerikan yüzyılı da diyorlar. "Siz de buna uyacaksınız" anlamı çıkıyor. Irak boru hattını kapattık. Ve 11 milyar dolar kaybımız oldu Bu arada tabii Amerika'nın istekleri de var. Onlara göre, Orta Doğu barışına karşı çıkan, Suriye, Irak ve İran başıboş devletler. (Libya zaten Amerikalılar için 1988'den itibaren uçak davalarından dolayı kötüydü). Bizde ki strateji de aynı yönde oldu. (Bunlar kötü devletler.) (Halbuki Türkiye bunları kafa kola alabilirdi.) Körfez savaşından önce bizim Orta Doğu ile ihracatımız 12 milyar 800 milyon dolardı. Irak boru hattını kapattık. Körfez krizinden sonra 1.2 milyar dolara indi. Ve 11 milyar dolar kaybımız oldu. (Şimdi ise Orta Asya ve Kafkaslar açılıyor diye seviniyoruz.) Türkiye 1993'den beri Kafkasları kaybetti Kafkaslara gelince, Türk yanlısı Elçi bey var. Konuşmalarında "Ben Atatürk'ün bir eriyim" diyor. İlk petrol anlaşmalarını (o zaman daha doğal gaz yoktu) bizim ile yapmış. Türkiye'de o zaman enerji koridoru olma hazırlığı içindeydi. Kazakistan ile görüşüyoruz. (Rusya içinde sallanıyor o zamanlar.) Birdenbire 1992 Aralık ayında Rusya geriye döndü. Kafkaslar'daki etnik grupları birbirleriyle çatıştırmaya başladı. 1993'de (Rusya'nın adamları) tanklarla Elçi beyin üzerine yürüdüler. Elçi bey de bölgesel güç olan Türkiye'den yardım istemişti. (Ben o zaman "51. maddeye göre Elçi bey bizi çağırsın, müdafaa hakkı için, bir f-16 gönderelim. Bu sırada Birleşmiş Milletler bizi kınasın. (Rusya'da bize kızsın). Ondan sonra biz çekilelim. Böylece Kazakistan'da 200 kişi gider. Elçi bey de yerinde kalır" dedim.) O zaman böyle bir riski göze almadığı için, Türkiye 1993'den beri Kafkasları kaybetti. Elçi bey gitti. Aliyev geldi. (34 sene politbüro da görev yapmış bir adam 3 gün içinde Türk yanlısı oldu. Serbest piyasa ekonomisini benimsedi.) Bu arada 1994 ekonomik krizinden sonra ekonomik gücü olmayanın dış politikasının olmayacağını da gördük. Kafkaslar para bekliyordu 1993 yılında bir Türk devletleri konferansı yapılıyor. O zamanın Dışişleri Bakanı ve daha önce İstanbul'da konsolosluk da yapan Hasan Hasanof konuşmasında "Milliyetçilik ateşi sarmıştır. Türk milliyetçisi olmak çok yakışığdır. Fakat helva helva demekle ağız tatlanmaz. Vereceğiniz dolar nerede? İki senedir bizi bekletiyorsunuz" dedi. (O zaman toplantıdan sonra herkes birbirine sende helva var mı diye sorarak olayı gırgıra vurmuştu.) Fakat gerçek şu ki Kafkaslar para bekliyordu. Para vereceksiniz ki karşılığında bazı şeyler gelsin. Daha sonra yapılanlar (Orta Asya'ya elçilik açmak veya bir kaç yatırım yapmak gibi işler) devede kulak gibi kaldı. Rusya bu arada ağırlığını koymuştu. Ermenistan'ı Karabağ konusunda kışkırttı. Bu arada biz Ermenistan ile ilişki kurmaya çalıştık. (Bizimle gelip ilişki kuran 5 kişiyi sonradan Koçeryan'ın döneminde Ermenistan meclisinde temizlediler. Çünkü Ermenistan bizimle ilişki kurduğunda, Rusya o bölgeyi kaybedecekti.) İlişki kurup arkadaşlık yapıp Ermenileri yanımıza çekmemize izin vermediler. (Bunu tabii uluslararası alanda rahatça söylememiz mümkün değil.) Amerikan kongresinden olayları çıkaramadığımız için İsrail ile bir yakınlaşma oldu 1996'dan sonra çok rahat olan Amerika birdenbire çok liberalize etmenin ve demokratik yapılar kurma politikasının geçerli olmadığını keşfetti. Dünyanın elli yerinde etnik savaş çıkarttı. Şu anda etnik savaşların nedeni bu liberalizasyon politikası. Peşinden nükleer silahlar üçüncü dünya ülkelerine dağılmaya başlamıştı. İran ve Suriye yapıyor. (Irak belki yapabilecek.) Kuzey Kore, Çin, Hindistan ve Pakistan yaptı. Türkiye'den başlayıp Asya'ya giderseniz, herkes nükleeer silah yapıyor. Amerika bundan korktu. Uluslararası terörizm boyutları yukarıya çıkmaya başladı. Para sistematiği liberalize olduktan sonra uluslararası mafya da bu boyutlar içine girmeye başladı. Bu sırada Amerikan kongresinden olayları çıkaramadığımız için İsrail ile bir yakınlaşma oldu. 1996'da savunma ve eğitim antlaşması imzaladık. (Fakat daha öncesinde biz bir grup ile 1995'de İsrail'i ziyaret etmistik. O zaman öğrendiğimiz şu: Orta Doğu barışı Amerika için çok önemlidir. Orta Doğu barışının önünde ise Suriye, Irak ve İran olmak üzere 3 ülke vardır. Irak 3'e bölünerek dışarı çıkarıldı. Bölgedeki PKK'yı aşağı çekmenin yolu İsrail ile anlaşmaktır. İsrail'e Arap ülkelerine karşı biz sizin yanındayız şeklinde garanti vermektir.) İşte PKK'nın Amerika tarafından teleffuz edilmesi, 1996'da yapılan eğitim ve askeri antlaşmasından sonra olmuştur. Sonrada Öcalan'ın yakalanma olayı oldu. Bu nedenle İsrail ile yoğun şekilde ilişkiler devam ediyor. (Şu anda PKK'nın bu bölgelerde yedi bin kişilik gücü var. Yani gücü bitmiş değil.) Amerika da böylece bize geri döndü. Bu olaylarda Türkiye önemli hale geldi. Bizim baskımız ile Amerika Bosna Hersek'e geldi İkinci büyük olay ise Bosna Hersek. Bu konuda çok güçlü Avrupalılar hiç bir şey yapamadılar. 3 sene Bosna Hersek'de insanlar kesildi. Avrupa parlamenterleri toplantılarda sadece tartışmalar yaptılar. Bizim baskımız ile Amerika bölgeye geldi. Amerika şunu gördü ki global politikasında Avrupa'ya dayanarak herhangi bir iş yapması mümkün değil. Çünkü Avrupa'da insanlar (çok iyi yaşadıkları için olmalı) ölmekten korkuyorlar. (Bu işi ancak ölünce cennete gitme garantisi verdiğiniz Türk askeri yapar.) Özgürlük ve insan hakları gibi şeyler için gidip savaşmak, Avrupalılar için kolay değil. 1996'dan sonra tekrar uluslararası alanda belirli boyutlarda kabul edilmemizin sebebi bence bu. Türkiye İslam'a dönmesin diye Gümrük Birliği'ne girdik Avrupa'ya kabul edilmemiz de bundan sonra olmuştur. Gümrük Birliği'ne hemen girdik. Aslında Gümrük Birliği'ne önce girilir mi? Normalde, Avrupa önce para yardımı yapacak. Gümrüklerinizi hazırlayacaksınız. Ondan sonra Gümrük Birliği'ne gireceksiniz. Ama biz hiç bir yardım almaksızın Gümrük Birliği'ne girdik. İhracaatımız bir felaket haline dönüştü. İsrail Başbakanı Simon Peres Avrupa ülkelerini tek tek o zaman dolaştı. Peres'den sonra Almanlar "Türkiye mutlaka Avrupa'ya girmelidir" şeklinde açıklama yaptılar. (Türkiye İslam'a dönmesin diye) 1995'de yapılan oylama sonunda Gümrük Birliği'ne girdik. Amerika istemişti. Ve Avrupa Birliği'ne aday olduk 1998 yılında Avrupa Birliği için bizi reddettiler. 1999 yılında ise Amerika ağırlığını koydu. Adaylığımız da kabul oldu. (İnsan hakları konusunda bir düzelme daha olmamıştı, ekonomimiz de pek iyi değildi, bu arada Türk halkının zekası da bir yılda pek artmamıştı.) Fakat Amerika istemişti. Ve de aday olduk. Amerika'nın 8 senaryoda bize ihtiyacı var Şimdi tabii bugünlerdeki ekonomik durumu biz de peklemiyorduk. Aslında Orta Doğu'daki bütün ülkelerin sistematiği rüşvetçi bir sistemdir. Bunun patlaması oldu galiba. Bu ekonomi kirizinden çıkabilirsek (Dış politikada kendi çevresi kadar politika yapan Avrupa'nın değil ama) global politika izleyen Amerika'nın 8 senaryoda bize ihtiyacı var. Bu senaryolar: Doğu Akdeniz İsrail için, Doğu Karadeniz petrol giriş yolları ve Rusya'nın kontrol edilmesi için, Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu, Rusya içindeki Türkler, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, ileride çok yükselebilecek Çin'e karşı destabilize etmek için Doğu Türkistan. (Bu arada Almanya'daki Türkler Amerikan politikası içinde önemli bir yer tutmuyor. Ama Avrupa politikasında çok önemliler.) Çevremizdeki bu yapılanma Sovyetler Birliği çöktükten sonra Türkiye'yi tekrar göz önüne çıkardı. "Rusya batı sistemine geçerse Türkiye olarak yandınız" Türkiye'de yaptığımız bir toplantıda, bir Amerikan şirketinden gelen konuşmacı Türkiye'nin önümüzdeki 10 yıl içindeki durumu konusunda şöyle dedi: "Eğer 10 sene içinde Putin'in Rusya'sı bizimle çatışırsa ve batı sistematiğini kabul etmezse Türkiye'nin durumunu yükselteceğiz (İsterse insan hakları çökük olsun ve ekonomisi düzelmemiş olsun.)" dedi. (Bu olay aynen 1952'lerde Avrupa'nın bize "Avrupalısınız" demesi gibi bir şey. O zaman bizi Avrupa Konseyi'ne almışlardı. Ama 50 sene geçtikten sonra şimdi "Asyalısınız" diyorlar.) Konuşmacı ayrıca "Eğer Putin bizimle anlaşır, Rusya batı sistemine geçerse Türkiye olarak yandınız. Ayrıca İran demokratikleşirse, tercih edeceğimiz enerji yolları İran üzerinde de olabilir, o zaman sizi mi onu mu tercih edeceğimiz konusunda tereddüte kapılabiliriz" dedi.

Hiç yorum yok: