8 Ocak 2008 Salı

GEZEGEN

GEZEGEN
1. Güneşin çevresinde dolanan ışıksız gök cismi.
2. Güneşten başka yıldızların çevresinde dolandığı varsayılan gökcismi. Gezegenler sistemi, Güneş’in ve büyük bir olasılıkla öteki yıldızların çevresinde dolanan gezegenler kümesi. Dış gezegen, Güneş’e yerden daha uzak olan gezegen. İç gezegen, Güneş’e yerden daha yakın olan gezegen. Küçük gezegen boyutları birkaçyüz kilometreyi geçmeyen gezegen.
Bir gezegen bir yıldızdan farklı olarak kendine özgü bir ışınım yayınlamaz, yalnızca çevresinde dolandığı yıldızdan aldığı ışığı yansıttığı için parlak görünür. Bugün Güneş çevresinde bilinen dokuz ana gezegen vardır ve Güneş’e yakınlıklarına göre şöyle sıralanır.
1- Merkür
2- Venüs
3- Yer
4- Mars
5- Jüpiter
6- Satürn
7- Uranüs
8- Neptün
9- ve Plüton.
Bunlardan beşi yani Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gökyüzünde çıplak gözle görülebilir. Dolayısıyla Antikçağ’dan bu yana gözlenir. Bu temel gezegenlerin dışında çoğu Mars ve Jüpiter’in yörüngeleri arasında dolanan pek çok küçük gezegen vardır.
XVI. yy’da Kopernik’in günmerkezliği savunmasından sonra, XVII yy’da Kepler, gezegenlerin güneş çevresinde dolanımıyla ilgili yasaları, deneysel olarak buldu; sonra Newton’un evrensel çekim ilkesinin bir sonucu biçiminde ortaya çıktı.
Güneşe en yakın gezegen günberi noktasında 45,9 milyon km ile Merkür ve en uzak gezegen ise günöte noktasında 7,4 milyar km ile Plüton’dur. Güneş çevresinde dolanımları 3 ay ile 248 yıl arasında değişir. Öteki gezegenler bu iki uzaklık arasında yer alır ve tümü fiziksel açıdan iki ailede toplanır.
1- Güneş’e yakın, boyutları küçük ama yoğunlukları görece yüksek olan yersel gezegenler (Merkür, Venüs, Yer, Mars). Bunlar oluşumlarından bu yana çok büyük evrim geçirmiştir. Uçucu elementlerini yitirmiş, bugünkü atmosferleri büyük bir olasılıkla gaz çıkarma ve kimyasal evrim sonucu oluşmuş ikincil atmosferdir. Ayrıca bunların çekirdekleriyle atmosferlerini ayıran katı bir kabukları vardır.
2- Güneş’ten daha uzak, çok daha iri, daha hacimli ama yoğunlukları düşük dev gezegenler (Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün). Temel maddeleri hidrojen ve helyum olan bu gezegenler, en azından Jüpiter ve Satürn kökenlerini oluşturan bulutsuya çok yakın bir bileşim taşır.
Dış katmanları gazlardan oluşur, iç katmanları ise çok yüksek basınç yüzünden sıvı yada katı halde olduğu sanılmaktadır. Görünen yüzeyleri bazı gaz bileşenlerin yoğuşması sonucu doğan bulutlarla kaplıdır. Güneş’e en uzak gezegen Plüton’a henüz iyi tanınmadığından bir sınıfta yer vermek çok güçtür. Plüton boyutları bakımından ise dev gezegenlere benzer.
Kuramcılar pek çok yıldızın gezegeni bulunduğuna kesin gözüyle bakar ve bir gezegen sisteminin oluşumunu sıradan bir olay biçiminde değerlendirir. Bununla birlikte yıldızların çok uzakta bulunmaları yüzünden Güneş sistemi dışında henüz hiçbir gezegen gözlenemedi, yalnızca en yakın yıldızlardan bazılarının özdevinimlerinde, bu yıldızlardan bazılarının özdevinimlerinde, bu yıldızların çevresinde başka gezegenler bulunduğu izlenimi veren hafif salınımlar saptandı. Amerikan uzay mekiğinin 1986’da yörüngeye yerleştireceği uzay teleskobunun, sönük gökscisimleri için düzenlenen fotoğraf odasıyla Güneş dışındaki yıldızların gezegenlerini saptama olanağı vereceği umut edilmekteydi.
Küçük gezegen, Sonuncu yersel gezegen Mars ile ilk dev gezegen, Jüpiter arasında Güneş sistemini ikiye bölen büyük boş bir alan uzanır. XVIII yy’ın ikinci yarısında, gezegenlerin Güneş’ten göreli uzaklıklarını deneysel olarak veren ve “Titius Bode Yasası” adıyla bilinen sayısal bir bağıntının bulunması, gökbilimcilerin, bu çoşluk içinde henüz bilinmeyen bir gezegenin yer aldığını düşünmelerine yol açtı. Böylece, Berlin gözlemevi müdürü Bode ile Macar amatör gökbilimci von Zach’ın girişimleri sonucu, sürekli olarak bu gizemli gezegeni araştırmak amacıyla bir gözlemci grubu oluşturuldu. Ne var ki, bu “Gökyüzü Polisi”nden daha önce davrananlar olmuştu.
Nitekim 1 Ocak 1801’de Palermo’da P.Guiseppe Piazzi Boğa takım yıldızında hiçbir gök haritasında yer almayan bir gökcismi bulmuştu. Bu gökcisminin Güneş’e 414 milyon km’lik ortalama uzaklıkta, 1680 günde dolanımını tamamlayan küçük bir gezegen olduğu anlaşıldı. Ama Ceres adı verilen bu küçük gezegen tek değildi. Bunu izleyen yıllarda, ard arda Pallas (1802). Junon (1804), Vesta (1807) ve Astralia (1845) bulundu.
1848’den bu yana her yıl yeni gezegenler saptandı. Günümüzde 2500 küçük gezegen fişlenmiştir. Yüzlercesi de karşı konumları yakınında yeniden gözlenerek yörünge öğelerinin hesaplanmasını beklemektedir. Büyük bir olasılıkla, henüz saptanamayan binlerce küçük gezegen vardır. 19 kadirden daha parlak küçük gezegen sayısının yaklaşık 30.000 ve küçük gezegen kuşağında yer alan çapları 1 km’nin üzerinde gökcisimlerinin sayısının ise 400 bin olduğu tahmin edilmektedir.
Yörüngeler küçük gezegenlerin çoğu Mars ve Jüpiter’in yörüngeleri arasında Güneş’ten ortalama 2,17 ile 3,3 astronomik birim (ab) uzaklıktaki bir bölgede toplanmıştır. Bununla birlikte bu halkanın içinde, 1866’da Amerikalı gökbilimci Kırkwood bulduğu için Kirkwood boşlukları adı verilen bazı bölgelerin hemen hemen boş olduğu sanılmaktadır. Çünkü bu bölgeler küçük gezegenlerin tutunamayacağı, Jüpiter’in rezosans ve çekim kuşakları içinde kalır. Söz konusu boşluklar özellikle Güneş’ten 2,50, 2,82, 2,96 ve 3,28 ab uzaklıklarda gözlenir. Bu uzaklıklarda yörünge çizecek gezegenler bulunsaydı dolanım süresi arasındaki oran sırasıyla 1/3, 2/5, 3/7 ve 1/2 olacaktı.
Bununla birlikte bazı küçük gezegenler çoğunluğun toplandığı bölgeden oldukça uzaklaşır. Çok büyük dışmerkezli yörüngeleri, bunların dönemsel olarak Yer’e Venüs’e, hatta Merkür’e yaklaşmalarına yol açar. Yer’e bu ölçüde yaklaşan gezegenler ( earth-grazers ya da earth-grazing asteriods; kısaca EGA) arasında özellikle Eros, İkar ve Hermes sayılabilir. Bu kategorideki bazı gökcisimleri arasında Yer’in yörüngesinin içinde kalan yörüngeler çizneler, dolayısıyla dolanım süreleri Yer’in dolanımından kısa olanlar da vardır.
Truvalılar gezegenleri ise küçük gezegen kuşağının dışında dolanan bir başka özel küçük gezegen grubunu oluşturur. Kuşkusuz Mars’ın iki küçük uydusu Phobos ve Deimos çekim etkisiyle yakalanmış eski küçük gezegenlerdir. Aynı varsayım Jüpiter’in dış uyduları, Starün sistemindeki Phoebe ve Neptün sistemindeki Nereid içinde öne sürülmektedir.
Bugün için Güneş’ten en uzak küçük gezegen, 1977’de bulunan ve Satürn ile Uranüs’ün yörüngeleri arasında bir yörünge çizen Chirondur.
Kütleler ve boyutlar küçük gezegenlerin incelenmesinde, kütlelerinin ve boyutlarının belirlenmesi büyük önem taşır.
Bir küçük gezegenin deviniminde yol açtığı çekimsel tedirginliklerden çıkarılabilir. Gerçekte bu tedirginlikler, ölçülemeyecek kadar zayıf olması yüzünden bu yöntem yalnızca üç ana gezegene uygulandı. Ceres, Pallas ve Vesta. Öteki küçük gezegenlerin kütlelerini saptamak için önce çaplarını belirlemek ve ortalama yoğunluklarını tahmin etmek gerekir. yakın zamana dek küçük bir gezegenin çapını belirlemek için yalnızca bir yöntem vardı. Gök dürbünüyle görsel olarak gözlemek ve görünen çapını ölçmek. Ne var ki küçük gezegenlerin çoğu, en güçlü aygıtlarla bile nokta biçiminde görünür. Dolayısıyla bu yöntem de ancak en hacimli dört küçük gezegene uygulanabildi. Kaldı ki bu ölçümlerde bile hata payı olasılığı oldukça büyüktü ve gözlenen görüntülerin açısal çapı en çok yay saniyesinin onda birinin birkaç katını geçmiyordu. 1970’ten sonra dolaylı iki yeni teknik başarıyla kullanıldı. Her iki teknikte de albedoya başvuruldu. Nitekim bir küçük gezegenin parlaklığı uzaklığı ve albedosu bilinirse küresel olduğu varsayılarak yaklaşık çapı belirlenebilir. Birinci yöntem küçük gezegenin farklı açılarda yansıttığı ışığın kutuplanmasını ölçmektir. Gerçekten göktaşlarının laboratuarda çözümlenmesi, kutuplanmanın, yüzeyin yansıma gücünün fonksiyonu olduğunu göstermiştir.
Yüzey ne kadar koyu olursa, bir başka deyişle albedo ne kadar küçükse kutuplama o kadar büyür. İkinci teknik küçük gezegenin parlaklığının görünen ışıkta ve kızılaltında ölçümüne dayanır. Bu ölçüm gökcisminin yansıttığı, güneş ışığı miktarı ile soğurup ısı biçiminde yayınladığın ışık miktarını karşılaştırmaya olanak verir.
Birbirinden tümüyle bağımsız bu iki yöntem, tamamen çakışan sonuçlar verdi ve 200’ün üstünde küçük gezegenin boyutlarının saptanmasını sağladı. Bu gökcisimleri arasında yalnızca 8’inin çapı 300 km’nin üzerindedir ve çapı 100 km ya da daha büyük olanların sayısı 100’ü geçmez.
Bir küçük gezegenin bir yıldızı örtmesi çok seyrek rastlanan bir olay olsa bile böyle bir olayın gözlemi söz konusu küçük gezegenin boyutlarını tam belirleme olanağı verir. 1977’de Herculina küçük gezegenine uygulanan bu yöntem, en büyük çapı için 240 km’lik bir değer bulunmasını sağlamakla kalmayıp, ayrıca çevresinde 1000 km uzaklıkta dolanan 40-50 km çapında bir uydunun varlığını da ortaya koydu. Bu ikili, bilinen ilk çift küçük gezegendir.
Gerçekte, küçük gezegenlerin çoğu dönemsel parlaklık değişimleriyle ortaya çıkan düzensiz bir biçim taşır. Nitekim çeşitli gözlemler, Eros’un 10x15x36 km büyüklüğünde, Mars’ın uydularına benzeyen uzunca bir cisim olduğunu ortaya koydu.
Yüzeysel bileşim küçük gezegenlerin fiziksel özelliklerini araştırmada çeşitli teknikler (ışıkölçüm, tayfölçüm, polarimetri, kızılaltı ışınölçümü vb.) geliştirilmiştir. 70’lerin başından bu yana bu alanda elde edilen en önemli sonuçlardan biri küçük gezegenlerin fiziksel açıdan 6 büyük grupla toplanmasıdır.
 O türünde (incelenen küçük gezegenlerin %47’si), yüzeyleri karbonla kaplı gökcisimleri yer alır. Koyu renkli (albedo 0,02-0,06) bu cisimler karbonlu göktaşlarının yansıtma özelliklerini sunar.
 S türünde (incelenen küçük gezegenlerin %35’i) yüzeyleri silikatlı gökcisimleri (albedo, 0,10-0,22) toplanır. Yansıma tayfları silikatlarca zengin göktaşlarını andırır.
 M türü (incelenen küçük gezegenlerin %3’ü) metal bakımından zengin cisimleri (albedo.0,08-0,15) içerir.
 R türü (incelenen küçük gezegenlerin %1’i) demirce fakir olağan kondritlere benzer cisimlerdir. (albedo, 0,20-0,30).
 E türü yüzeylerinde hiçbir demir bulunmayan ender cisimlerden (albedo, 0,30-0,38) oluşur.
 Vesta türünde çok az sayıda cisim (albedo yaklaşık0,25) yer alır. Bazalt kökenli kimi kondritleri andıran bir yüzey taşırlar.
Bu türler içinde C ve S incelenen küçük gezegenlerin %80’den çoğunu kapsar. Buna karşılık, incelenen küçük gezegenlerin yaklaşık %13’ü yukarıdaki 6 türün hiçbirine girmez. Şimdilik U (unclassified, sınıflanmamış) ile belirtilen bu gökcisimlerinin gelecek yıllarda başka göktaşı sınıfları içine alınması gerekir.
Köken son yıllarda küçük gezegenler ile ilgili bilgilerin çok artmasına ve araştırmaların ilerlemesine rağmen, kökenleri henüz tartışma konusudur. geçen yüzyılda Alman gökbilimci Olbers, bu küçük gökcisimlerinin çok eskiden bilinmeyen bir nedenle patlayan büyük bir gezegenin kalıntıları olduğu varsayımını ortaya attı. Bu kuramın yandaşları hala vardır. bununla birlikte, uzmanların büyük çoğunluğu küçük gezegenlerin tek bir cisimden kaynaklanmadığı kanısındadır. Daha çok kütle yetersizliği (10-9 Güneş kütlesi, yani Merkür’ün %1’i) yüzünden bir gezegen biçiminde toplaşamayan, başlangıçtaki Güneş bulutsusunun yoğuşması sonucunda oluştukları sanılmaktadır. Bazı küçük gezegenlere uzay sondalarının gönderilmesi, yakın gelecekte, çok sayıda soruya yanıt getirecek yeni öğelerin elde edilmesini sağlayacaktır.
UYDU
1- Kütlesi kendi kütlesinden büyük bir gökcisminin özellikle bir gezegenin çekiminde bulunan Peyk.
2- Haberleşme, askeri, meteoroloji vb alanlarda veya araştırma için kullanılmak üzere insan eliyle yapılan ve bir füze veya uzay taşıma sistemi yardımıyla bir gök cisminin, özellikle de Yer’in yörüngesine yerleştirilen araç. Yapay uydu.
3- Bir başkasının güdümü altında, ona bağımlı olarak yaşayan kişi. * Siyasi, ekonomik, askeri vb. yönden kendinden güçlü bir başka devlete bağımlı olan devlet.
Doğal uyduların, gezegenler çevresinde izledikleri yol genellikle gezegenlerin Güneş çevresindeki dolanımlarıyla aynı yöndedir. Doğal uyduların sayısı 33’tür. En çok uydulu Jüpiter’in 13, ondan sonra gelen Satürn’ün 10 uydusu bulunmasına karşılık Merkür, Venüs ve Plüton’un hiç uydusu yoktur. Bazı uydular, Ay gibi tam küre biçimdeyken, Merih’in uyduları Phobos ve Deimos ile Jüpiter’in 9 uydusu, biçimsiz küçük gezegenlerden oluşmuştur. Güneş Sisteminin de 5 uydu Ay’dan büyüktür. Bunlardan Jüpiter’in uydusu Ganimed’in 5100 km’lik çapı, Merkür’ünkinden (4900 km) daha büyüktür.
 Patol Uydu adenopati, komşu bir bölgedeki lezyona eşlik eden ve onun evrimini izleyen adenopati (örneğin frengi şankrı adenopatisi).
 Virol Uydu virüs başka bir virüse eşlik eden ve olmadığı zaman çoğalamayan virüs.
 Doğal uyduların gezegenler çevresindeki dolanımı, genellikle gezegenlerin Güneş çevresindeki dolanımlarıyla aynı yöndedir. Yalnız Satürn’ün uydusu Phoebe ile Neptün’ün uydularından biri olan Triton ve Uranüs’ün dört temel uydusu için durum bunun tersidir.
Bu amaçla incelenen bütün uyduların gezegenler çevresindeki dolanımı, genellikle gezegenlerin Güneş çevresindeki dolanımlarıyla aynı yöndedir. Yalnız Satürn’ün uydusu Phoebe ile Neptün’ün uydularından biri olan Triton ve Uranüs’ün dört temel uydusu için durum bunun tersidir.
Bu amaçla incelenen bütün uyduların kendi çevrelerindeki dolanım süresi merkez gezegenin çevresindeki dolanım süresi merkez gezegenin çevresindeki dolanım süresine eşittir. Bu nedenle, uyduların hep aynı yüzleri her zaman bu gezegene dönüktür (Ay’ın Yer’e yalnız bir yüzünün dönük olduğu gibi). Ana gezegenlerin kimi uydularının, çoğu zamanda en uzakta olanlarının, çevresinde dolandıkları gezegen tarafından çekilen küçük gezegenler olduğu düşünülebilir. Bunların dışındaki uyduların Güneş’in çevresindeki gezegenlerin oluşumuna benzer bir sürece göre oluştuğu sonucuna varılabilir.
UYDU
Gökbilim bir gezegenin çekiminde bulunarak onun çevresinde dolanan gökcismi, değişik amaçlarda Yer’den fırlatılan ve genellikle kapalı bir yörünge çizerek Yer’in ya da doğal bir uydunun çevresinde dolanan aygıt (yapay uydu). Doğal uydulardan olan gezegenler, herhangi bir yıldızın uydusu durumundadırlar. Bazen gezegenlerinde uyduları vardır (sözgelimi Ay, Dünyanın uydusudur). Büyük teknolojik atılımların gerçekleştirildiği 20.yy’ın ikinci yarısından sonra insanoğlu önce insansız olarak atmosfer dışına çıkan uzay araçları gerçekleştirdi. Sonra da insanlı ilk uçuşlar yaptı. Uzayın fethini amaçlayan ub uçuşlarının ardından, insanoğlunu değişik amaçlarla taşıyan yapay uyduları dünya yörüngesinde oturtmaya başladı. Günümüzde yapay uydu yapmak ve dünya yörüngesine oturtmak bir çok ulusun temel amaçlarından biri haline geldi. Nitekim bugün dünya çevresinde dolanan yapay uyduların sayısı her geçen gün artmaktadır. Her yıl yaklaşık 125-150 yapay uydu dünya çevresindeki yörüngeye yerleştirilmektedir. Bu uyduların büyük bölümü SSCB yapısı belirli bir bölümü de ABD yapısıdır. Ayrıca her geçen gün sayıları giderek artan birçok ülkede kendisini uydu kullanan ülke olarak tanımlanmaktadırlar.
Uydular kullanım amaçlarına göre dünyanın çevresinde değişik yörüngelere yerleştirilir. Uyduların büyük bölümü atmosfer ya da yeryüzüyle ilgili barışçıl amaçlarla olduğu gibi, keşif ya da acasusluk amacıyla da kullanılır. Uyduların önemli bir bölümü de yeryüzünün üstündeki belirli değişmez nokatalardan hareket eden haberleşme uydularıdır. Çok az sayıda uydu da bilimsel amaçlarla kullanılır; bunların bir bölümünden gökbilim araştırmalarında yararlanılır.
İlke olarak, dünyanın çevresinde bir uydunun hareketinde, gezegenlerin güneşinm ya da ayın dünyanın çevresindeki hareketlerinde egemen olan yasaların aynısı geçerlidir. Öteki özellikler yanında, bu gerçek bir uydunun yörünge düzlemini dünyanın merekzinden geçtiği ve dünyanın, uydunun çizdiği elips biçimli yörüngenin odak noktalarından birinde bulunduğu anlamına gelir. Bir uydunun hızı, merkezkaç kuvvetlerle merkezcil kuvvetler arasında bir denge durumu sağlayabilecek büyüklükte olmalıdır. Dünya yüzeyinin hemen üzerinde, bu yörünge hızının 7.9 km/sn olması gerekirdi. Atmosfer dirence nedeniyle, böyle bir hızın elde edilmesi olanaksız olduğundan, bir uydu her zaman yeryüzünden birkaç yüz kilometre yükseklikteki bir yörüngeye yerleştirilir.
Yeryüzünden 500 km yüksekliktki atmosfer direnci çok düşük olduğundan bu direncin etkileri ancak yıllar sonra ortaya çıkar. Bir uydunun çizdiği yörüngede dünyadan en uzak olduğu noktaya apoje en yakın olduğu noktaya da perije denir. yörünge düzleminin ekvator düzlemiyle yaptığı açı, uydunun hangi coğrafi enlemler üzerinde yörüngesini çizeceğini belirler. Bu açı ne kadar büyürse, ulaşılan enlemin derecesi de o kadar artar. Açı 900olduğunda, yörünge düzlemi kutuplardan geçer ve ilke olarak uydu dünya yüzeyindeki her noktanın üzerinden geçebilir. Uydunun dünyaya uzaklığı ne kadar büyükse, yörünge hızı o kadar düşük ve yörüngede dönme süresi de o kadar uzun olur. yaklaşık 36.000 km’lik bir yükseklikte yörüngede dönme süresi 24 saattir. Bu durumda, yörünge düzlemi ekvatoral düzlemle de çakıştığından, uydu dünyaya göre hareketsiz gibi görünür; böyle senkron bir uydu dünyayla birlikte dünyanın ekseni çevresinde döner. Bu tür bir yörünge, haberleşme ve meteoroloji uyduları için elverişli bir yörüngedir. Bu gibi uyduların dünyanın hemen yarısını inceleyebilmelerinin yanı sıra bir istasyonuyla da sürekli bağlantı durumunda kalabilmekte bu elverişliği yaratır.
Bir uzay gemisinin dünyanın çevresinde yörüngeye oturtulması düşüncesi 20.yy’ın başlarına kadar uzanır. 1930’larda uydu fırlatıcı sistemleri geliştirildiği, bu gibi uyduların fırlatılmasının ileri bir tarihte gerçekleştirilebileceği düşünülüyordu. Savaş sırasında bu düşünce bir kenara bırakıldıysa da daha sonraları yeniden gündeme geldi. 1950’lerin başlarında stratejik füzeler hızla geliştirilirken uydularla ilgili uygulamqalar hem ABD hem de SSC’nin dikkatini çekti.
ABD’de bu gelişme özellikle Uluslararası Jeofizik Yılları boyunca geçerliydi. 1957-1959 arasını kapsayan bu dönemde, jeofiziğin bütün alanlarında çeşitli gözleme tekniklerinin kullanıldığı geniş boyutlu bir araştırma tasarısı uygulamaya konulmuştu. Bu dönem, güneşin en fazla etkinlik gösterdiği ve atmosferde güneşin etkisinin en yoğun olduğu dönemle çalışacak biçimde, bilinçli olarak seçilmişti.
Bununla birlikte, 4 Ekim 1957’de SSCB’nin sputniki yörüngeye oturtarak dünya çevresine bir uydu yerleştirebilecek güçte olduğunu ortaya koyması büyük bir Sputniki 1’i içinde canlı bir varlığı Laika adlı köpeği taşıyan Sputnik 2 izledi; ancak bu uydu dünyaya dönemedi. Bunun üzerine ABD’de bir uydu fırlatmayı amaçlayan ivedi bir programı yürürlüğe koyduysa da ilk girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Bundan sonra 31 Ocak 1958’de Explorer 1 dünya çevresinde yörüngeye koyuldu. Böylece ABD içinde Uzay Çağı başlamış oldu. Başlangıçta uydular yalnız bilimsel araştırma, özellikle dünyanın binlerce km uzağında bölgenin araştırılması için kullanılıyordu; ancak bu uyduları çok geçmeden ilk haberleşme ve metyeoroloji uydularıyla casusluk amacıyla kullanılan uydular izledi. Fırlatılan uyduların sayısı da hızla arttı. 1960-1964 arasında fırlatılan uyduların sayısı 20’den 100’e çıktı. 1968’den bu yana, her yıl fırlatılan uydu sayısı yönünden SSCB, ABD’den üstün durumdadır.
1962’den başlayarak ABD ve SSCB dışındaki ülkeler daha da dar kapsamda da olsa, uydu yapımına giriştiler. Uyduların fırlatılması için genellikle ABD ya da SSCB kuruluşlarından yararlanılıyordu. Bu ülkeler içinde yalnızca Çin ve Japonya kendi hareketleriyle uydu fırlatabilecek durumundadırlar. Avrupa Uzay Ajansı (ESA) uydularını fırlatabilmek için çok kısa bir süre öncesine kadar ABD’nin yardımına gereksinme duyuyordu. Bununla birlikte 1982’den bu yana ESA, Avrupa’da geliştirilmiş olan ariane roketini kullanabilmektedir.
Uydular değişik açılardan sınıflandırılabilir; örneğin bu sınıflandırma, uydunun dünya çevresinde döndüğü yörüngenin tümüne bağlı olan uygulamaya göre yapılabilir. Böyle haberleşme uyduları, yer araştırma uyduları ve bilimsel araştırma uyduları birbirlerinden ayırt edilir. Ancak bu uygulamalar bir ölçüde iç içe geçmiş olabilir. Haberleşme uyduları haberleri, çoğu kez büyük uzaklıklara iletmek için kullanılırlar. Senkron uyduları kullanan ülkelerin sayısı giderek artmakta ve anakaralararası telefon görüşmelerinin hemen hemen %95’i bu uydular aracılığıyla gerçekleştirilir. Hem ABD ve SSCB’nin hem ülkelerin Nato ve Varşova Paktı’nda bağlaşıklarının, askeri haberleşme uydularından oluşan bir ağı vardır. ancak bu uydular değişik yörüngelerde hareket eder.
Meteoroloji uyduları, bulutların fotoğrafını çekmek ve dünya yüzeyiyle atmosferin ısı ışınımı değişik dalga boyu bölgelerinde ölçmek için kullanılır. Böylece, meteoroloji uzmanları, hava durumuyla ilgili değerlendirmeler açısından önem taşıyan gelişmeleri, hem küçük hem de büyük bölgelerde sürekli olarak izleyebilirler. Meteoroloji uydularının pek çoğunun dünyanın çevresinde senkron yörüngenlerde hareket etmesine karşın, kutup bölgeleri için kuutuplar üzerindeki yörüngelerden geçen uydular kullanılır.
Meteoroloji uyduları olan ülkeler ABD, SSCB, Japonya ve Avrupa Uzay Ajansı’na bağlı ülkelerdir. Yeryüzü araştırma uyduları ya da gözetleme uyduları, birtakım ölçümler yaptıkları gibi, dalga boyu değişik bölgelerde yer yüzeyinin fotoğraflarını da çekerler. Böylece elde edilen bilgiler tarımda, bahçıvanlıkta, çevre korunmasında ve doğal kaynakların bulunmasında kullanılır. Yeryüzü doğal kaynak gözlem uydularının en ünlüleri, geçmiş yıllarda, dünyanın neredeyse her köşesinin fotoğrafını 900 km yükseklikteki bir yörüngeden çekmiş olan ABD landsats uydularıdır. Bu fotoğraflarda askeri yönden önem taşıyan cisimlerinde gözle görülebileceği anlamına gelir. Bu nedenle bu, fotoğrafların sivil ve askeri amaçlarla kullanımı iç içedir. Bununla birlikte, gerçek casusluk uydularında, gözlemler yeryüzüne radyografik olarak iletilmez olarak iletilmez ya bir kapsül içindeki çekilmiş film ya da uydunun bütünü dünyaya gönderilir. Bu teknik hem ABD ve SSCB’de kullanılır. Bu fotoğraflarda bir kaç metre büyüklüğündeki cisimlerin ayrıntıları gözle görülebilir.

Çin uydularının pek çoğunun da casusluk amacıyla fırlatılmış olduğu sanılır. Bilimsel araştırmalarda kullanılmak için fırlatılan uydu sayısı çok azdır. Bu atmosferin dış tabakaları, magnetosfer ya da yıldızlar ve gezegenler arasındaki boşluk incelendiğinde, uydu çoğu kez dünyanın çevresinde elips biçimli bir yörüngede hareket eder. Bu gibi durumlarda yapılan araştırma jeofizik uzay araştırması adını alır.
Bununla birlikte gökcisimlerinin gözlemlendiği gökbilimle ilgili uzay araştırmasında durum değişiktir. Uydular dünya atmosferinin dışına yerleştirildiklerinden, değişik dalga boylarındaki ışınımı gözleyebilirler ve optik gözlemler atmosfer olaylarından etkilenmez. Özellikle ABD, SSCB ve Avrupa Uzay Ajansı, bilim uyduları alanında oldukça büyük deneyim kazanmışlardır.
Bir uydunun fırlatılması sırasında roketin arka bölümü, ön bölümü ve öteki bölümleri de dünyanın çevresinde bir yörüngeye yerleşirler. 1981 sonunda hemen hemen 5000 uydu ve bazı parçalar dünyanın çevresinde yörüngede bulunuyordu. Bundan daha fazla sayıda cisimse çoktan dünyaya düştü ve çoğu, atmosferde tümüyle yanarak yok oldu. Düzinelerce parçanın dünyaya düştüğü bilinmekle birlikte, artık döküntülerin büyük bir bölümünün geri dönmemesi nedeniyle, uzayın giderek daha da “kalabalık” duruma geldiği gözlemlenmektedir. Bazı uzmanlara göre, uzaydaki cisimlerin sayısının artmayı sürdürmesi durumunda 2.000 yıllarında çarpışma olasılığı kesinlikle gündeme gelecektir. Ancak ABD ya da SSCB mekiği kullanılmaya başlandığında, bu döküntülerin oranı oldukça azaltılmış olacaktır.
Uzay mekiği aracılığıyla, uydular yeniden ele geçirilebilecek ve böylece uzayda hiçbir cisim kalmayacaktır. Sık sık uydu fırlatılmasının yol açtığı başaka bir sorun da ekvator üzerindeki uyduların uzay diliminin hızla dolmakta olmasıdır. Bu durum, 36.000 km yükseklikteki şeridin bütünü için geçerli olmaktan çok, ileri düzeyde gelişmiş teknolojileri bulunan ülkelerin yeğledikleri belirli bölgeler için geçerlidir. Bu bölgelerden biri, 950 ve 1360 Batı boylamları arasında yer almakta ve burada son dönemlerde tüm Amerika Anakarası’nda iletişimde kullanılan birçok uydu bulunmaktadır. Uyduların yoğun bvir biçimde yer aldığı başka bir alanda Atlas Okyanusu üzerindeki Avrupa ile Amerika arasında uziletişim sağlayan uyduların bulunduğu bölgelerdir.
Bu uydular birbirlerine göre çok yavaş hareket ettiklerinden, karşılıklı engel oluşturmaları söz konusu değildir. ancak uyduların yayınladıkları radyo sinyallerinin birbirine karışmaya başlaması tehlikesi vardır. Bu sorunun ortadan kaldırılması için iki çözüm önerilmektedir.
1- Radyo dalga boyları yönünden daha yüksek frekanslar, yani daha kısa dalga boyları kullanılabilir. Ancak bu dalgalar, alıcı uçta yağmurun etkisine daha duyarlıdır.
2- Uyduyu daha iyi hedeflenmiş sinyaller veren antenlerle donatarak alıcı bölgeyi küçültmeyi içerir.
Geçtiğimiz yıllarda yapılan yapay uydular pek çok araştırma ve uygulama alanında yararlı oldular. Birçok sanayileşmiş bölge, artık uyduları ve bu uydularla ilgili araçları geliştirebilmek için gerekli teknolojik düzeye ulaşmıştır. İlerlemeler, köklü değişiklikler yerine eldeki araçların daha duyarlı kılınmasını kapsayacaktır. Gelecekte uyduların uziletişim ve jeolojik araştırma gibi uygulamada amaçlara dönük önemlerinin artması ve bilimsel araştırmanın öneminin azalması beklenmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkeler kendileri için uzun süre yeterli olabilecek yüksek nitelikli uziletişim aygıtlarını hemen elde edeceklerdir.
Çözülemeyecek sorunlardan biri, ülkenin uzayın kendi toprakları üzerindeki hak öne sürmeleridir. Bu sorun, özellikle senkron uyduların birçoğunun üzerinde yer aldığı ekvator ülkeleri için çok ciddi boyutlara ulaşacaktır. İlke olarak, ilgili ülkenin izninin alınması ve tüm bunların uçuş yasasına uygun olması gereklidir.
Uzay hukukuna göre, bir ülke kendi toprakları üzerindeki uzay dilimi üzerinde bir hak ileri süremez. Burada sorun kozmik uzay için bir alt sınırın ve hava boşluğu içinde bir üst sınırın belirlenmiş olmasıdır. Günümüze kadar özellikle siyasal nedenlerden dolayı, sınırlandırma sorunu çözümlenememiştir.
Bunun sonucunda bir ülke, ister dost, ister düşman olsun, başka bir ülkenin kendi toprakları üzerinde, uzaydan gözlemler yapmasını ya da radyo ve televizyon yayını da bulunmasını önleyememektedir.

Hiç yorum yok: