28 Aralık 2007 Cuma

FEODALİTE

FEODALİTE

Feodalitenin doğuşu
Ortaçağ’da, özellikle Batı Avrupada’ki toplum düzenine “feodalite” (derebeylik) adı verilir. Klâsik feodalitenin – bütün çizgileriyle- ortaya çıkışı, Fransa’da Karolenj İmparatorluğu’nun batışından (10. yüzyıl), İngiltere’de ise Norman
istilasının (11. yüzyıl) sonraya rastlar.
Aynı zamanda siyasal, hukuksal, iktisadi ve sosyal bir rejim olan feodal düzende “devlet birliği” yoktu. Birçok beyliklere ayrılmış bulunuyordu ülkeler. Gerçekten de, feodalitenin siyasal açıdan gösterdiği en büyük özellik, devlet iktidarının parçalanmış olması ve halkın, -Fransa’da Kapet Hanedanı’nın iktidarının başlarında olduğu gibi- doğrudan doğruya devletin değil, toprakların sahibi olan senyörlerin (derebeylerin) uyruğu durumunda olmalarıdır.
Kölelikten farklı bir durum olan “ bir kişiye uyrukluk” , barbar istilasının yarattığı güvensizlik yüzünden çok çabuk yayılmış ve genelleşmiş. Koşullar, kendilerine bir senyör seçmek zorunda bırakmıştır bütün insanları. Bu dönemde, toplumda, himaye ilişkilerinin artmasını normal bir olay olarak kabul etmek gerekir. Böylece, üretim tekniğinin gelişmesi sonucunda dış olayların da etkisiyle, feodal rejimin kurulmasına yol açmıştır.
Feodal rejim kuruluşunda önemli rol oynayan bir başka olay, Akdeniz’in gevşeyen kölelik bağı, doğu ve batı kıyılarının İslâm egemenliği altına girmiş olması. Böylece Doğu ile Batı arasındaki kültür ve ticaret ilişkilerinde en önemli rolü oynamış olan Akdeniz yolu, bir kısım Avrupa ülkelerine kapanmış ve bu ülkeler Doğu ve giderek dünya ticaretinin dışına atılmışlardır. Dünya ticaretiyle ilişkisi kesilip kendi içine kapanmaya ve bu yeni duruma göre yeniden örgütlenmek ve derlenip toparlanmak zorunda kalan Avrupa’da, ekonomi bakımından en fazla kayda değer olay, malikâneler sisteminin genişlemesi ile “para ekonomisi”nin yerine “ayni” diyebileceğimiz bir ekonominin geçmesi ve tam anlamıyla tarımsal bir uygarlığın egemen olmasıdır.
FEODALİTENİN ANLAMI
Feodalite bir piramide benzetilebilir. Burada, Roma hukukunda olduğu gibi, toprağa serbestçe tasarruf edebilmek söz konusu değildir.
Senyörsüz toprak bir istisnadır.
Topraklar, fief sözleşmesi ile “hiyerarşik”bir düzene bağlanmıştır.
Fief sözleşmesi, iki yanlı bir sözleşme. Yanlardan biri senyördür. Senyör, tabi ya da vassal denilen bir ikinci kişi yararına, belirli bir toprak parçası üzerinde, adaleti dağıtma gibi bir görevi –sürekli bir hak olarak-tanır. Buna karşılık, vassal da, senyörün kendisinden beklediği hizmetleri yerine getirmek zorundadır. Ayrıca vassal da toprağı kısmen başkalarına verebilir ve bu hiyerarşi içinde, sonuncu vassalın ilk senyörle hiçbir ilişkisi yoktur.
Vassal durumunda olan senyörlerin çeşitli yükümlülükleri vardır: Askeri alanda yapacağı yardımla, çeşitli maddi yardımların yanı sıra vassal, senyöre “danışmanlık”yapmakla görevlidir. Senyör,vassalların düşünce ve dileklerini öğrenmeyi yararlı bulmaktadır. Vassalların düşüncelerini, çeşitli konulardaki görüşlerini senyöre bildirmeleri de bir görev ayrıca. Vassalların, bu amaçla bir araya geldikleri topluluğa “curia” ya da “concilium” adı verilmektedir.
Batı’da feodal düzene verilebilecek en güzel örnek, o zaman ki Fransa’dır.
Fransa Kralı, “Fransa dukalığı” adıyla bilinen toprakların senyörüdür. Bu bakımdan da öbür fief sahipleriyle hiçbir ilişiği yoktur. Sadece, kendi vassallarıyla doğrudan doğruya kişisel ilişkiler kurmuştur. Öte yandan, Capet sülalesinin kralları aynı zamanda bütün Fransa’nın da kralı idiler. Bu durumda kral Fransa’daki öbür bütün senyörlerin lideri idi. Kral, en yüksek senyördü; feodal hiyerarşinin en yüksek katında bulunuyordu. Başka bir deyimle, kral, senyörlerin senyörü durumundadır. Bu bakımdan bütün öteki senyörler –ki kralın vassalı oluyorlardı- ona bağımlı durumdadırlar. Ancak, yukarıda da değindiğimiz ilke gereğince, kendi vassalı olan senyörlerin toprağında yaşayan halkın yaşamına kralın müdahale hakkı yoktur . kralın doğrudan yönetimi, yalnızca kendi dukalığıyla sınırlıdır.
Kralın öbür senyörlerle olan ilişkilerinin niteliği çok önemli. Çünkü bu ilişkiler, yavaş yavaş temsili rejimin doğmasına yol açacaklar, temsil anlayışının ilk çekirdeği ve kaynağı olacaklardır ilerde.
FEODAL DÜZENDE SOSYAL SINIFLAR
Feodal dönemde sosyal sınıflar, dövüşen soylular, dua eden rahipler ve çalışan köylüler ile serfler’dir. Bu sosyal sınıfların, farklı hukuksal statüleri vardır aynı zamanda. Bu bakımdan da günümüzün sosyal sınıflarından ayrılırlar: Ortaçağ’da sınıflar, çağımız toplumlarındaki sınıflara kıyasla, birbirinden daha kesin çizgilerle ayrıldığı gibi, -birinden öbürüne geçmek kast sistemi gibi bütünüyle önlenmiş olmamakla beraber- daha kapalıdır. Ortaçağ’da bir sınıftan ötekine geçmek belli törenleri ve birtakım hukuksal işlemleri gerektiriyor. İktisadî eşitsizliği, “hukuksal eşitsizlik” tamamlıyor böylece.
Soylular ile rahipler, “ayrıcalıklı sınıflar” . özgür köylüler ile serfler, bütün değerleri yarattıkları halde, üretim araçlarına tam sahip olmadıkları gibi, hukuksal bakımdan durumları öteki ayrıcalıklı sınıflardan aşağıdır. Ayrıcalıklı sınıflar, aynı zamanda toprağa sahip olan sınıflardır. Toprakların iki sahibi var bu dönemde:
Soylular,yani senyörlerle,Kilise.
Ne var ki, başlarda idari ve dinsel merkezler ya da tahkim edilmiş yerler olan kentler, -ileride de göreceğimiz gibi – yavaş yavaş, meta üretiminin (piyasa için üretim) ve böylece ticaretin gelişmesine koşut olarak, gelişmeye başlayacaklardır. Ticaretin ve zanaatın gelişmesi sonucunda kentlerde yeni bir sınıf ortaya çıkacaktır.
Burjuva sınıfıdır bu sınıf.
Ortaçağ’ın sonlarına doğru Batı’da kendini gösteren en önemli sosyal olaydır bu!
Burjuvaların zenginliği toprağa değil, kentlerde henüz ilkel bir durumda olan meta üretimine ve ticarete dayanmakta. Savaş sanatıyla uğraşmadıkları, toprak sahibi de olmadıkları için, soyluların yararlandıkları “hukuksal ayrıcalıklar”dan yararlanamıyorlar. Gelecekte toplumun sosyal yapısını değiştirecek olan sınıf, -üretim tekniğinin gelişmesi sonucunda- yeni üretim araçlarını elinde toplayacak olan bu burjuva sınıfı olacaktır.

Hiç yorum yok: